yağmur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yağmur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Haziran 2022 Perşembe

SENİ SEN YAPAN SEVDİĞİN ŞEYLER MİMİ

 


Dün sevgili Deep'in sayfasında  (tıklayınız) bu mim'i gördüm ve "bunu yarın yapayım ben" dedim.
5 midesi olan Abba , açık ara mutluluk kaynağım en sevdiğim kahraman

1984'ten beri günlük tutarım.

Artık her gün yazamıyorum ama yazmayı da hiç bırakmadım.

Defterini kalemini seçmek eşsiz keyif veren bir ritüel.

Kocaman bir kalemkutum var.  Her kalemin yeri var.

Son seçtiğim defterin başında "Love As Long As You Live" yazıyordu.

Yaşadığın sürece sev.



Severek yaşamak hayattaki en büyük meydan okumadır diyordu Leo Buscaglia.

Bu meydan okuyuşu sevdim...


O defteri  aldığımdan beri, her yazdığım günün ilk başına , beni ben yapan sevdiğim bir şeyi yazdım.

Bunun, kendini farkına varma ve önceliklerini sıralama konusunda nasıl bir farkındalık yarattığını  anlatmak zor.

Beni ben yapan ve sevdiğim her şey o kadar tekil ki kendimden utanmam gerekir sanırım.


Başlangıcımı sevdim. Trabzon'dan iyi ki ayrılmışım. Çocukluğumun mavisi ile kalmış  aklımda.. şimdinin ziyan olmuşluğu ile değil.

Renkleri, mevsimleri,kokuların mavi olanlarını,zamanı,hayalleri, rüzgarı, yağmuru,bulutları,ağaçları,yolları, yürümeyi, uyanmayı,anıları,yarınları,bugünü, chopin-spring gibi tambur taksimleri gibi müzikleri,yazmayı,okumayı, görmeyi,sessizliği çok sevmişim.


Bir yuva kurmuşum..balkonundan mutfağına ,kedisinden kuşuna içindeki her şeyi sevmişim.


Çocuklarım...biriyle nefes alıp biriyle nefesi vermişim..yaşamın ve var oluşun ta kendisi olmuşlar hep. Onları öpüp koklamak bir yana dursun..var oluşlarını bilmeyi  her zerremle sevmişim. Birbirleri ile şakalaşıp birbirlerine bir şeyler anlattıkları anlarda gözlerimi göğe çevirip sonsuz maviliğin bu mutluluğu tamamlamasına izin vermişim.

Kuşları böcekleri, çay içip kitap okurken susup dinlemeyi sevmişim. 

Az'ın çokluğunu sevmişim.

Her şeyi ve her şeyi sevmişim de..insanları sevememişim. Ne hayallerimde ne tercih kullanabildiğim zamanlarımda insan yok.

Bu da bir garip bişi...

8 Nisan 2021 Perşembe

ÖLMEKTEN KORKTUĞUN HALDE ÖLÜME İNANMADIĞIN İÇİN, YASAMAK, YANİ AĞIR BASTIĞINDAN.

 



Ortaokulda sağlıkla ilgili bir ders konuşmuştu müfredata. Sarışın, zayıf saçlı, soluk benizli bir genç hanımdı öğretmen. Kıllanma ,tüylenme,regl dönemi vb bilgiler verip "Allah'ım yar şu yeri ben dibine gireyim sürüneyim" diye içsel çığlıklar attırırdı bize. Trabzon'un bir köşesinde büyüyen utangaç çocuklardık.

Sonra , "sağlık" kavramınını tanımı yapıldı o derste.

Sağlık, bireyin fiziksel, sosyal ve ruhsal yönden tam bir iyilik durumunda olmasıdır!

O ana kadar sağlığın hep fiziksel  iyilik durumu olduğunu  düşündüğümü fark ettim hayretle. Sonra bu kavram üzerine düşündüm uzun uzun. Ruhun iyiliğinin  ne kadar önemli olduğunu, bizlerin bunu nasıl da boşverdiğimizi fark ettim. 70'lerdeydik henüz. Aymamıştık yeterince..tıpkı şimdiki gibi.

Selin'in  ingilizler ya da beyaz ruslar gibi göründüğünü fark ettim geçen hafta. Güneş değmedi çocuğa bir senedir. Maskeyi aşıp giremedi ciğerlerine ne bahar ne kış..yağmuru  çekemedi içine doyasıya..saçları ıslanmadı yağmurdan,güneş utangaç dokundu tenine ve kaçtı.

Pandemi ve coronadan korunmuştuk ..ama ruh ve beden sağlığını koruyabildik mi...sanmıyorum.

Sabah Selin ile Validebağ korusuna yakın Starbuck's'a gittik. Oradan yürüyerek dolandık durduk, yağmur yağıyordu ;başını örtmedi kızım. Tenhaydı sokaklara saptık kimseler yoktu; indiriverdik maskeyi; nefes aldık doyasıya. Yürümeyi unutmuş bacakları tezce yoruldu, ben de zorlamadım.

Zaman akıp gidiyor..belki hiç olmadığı kadar hızlı. Ölmemek adına yaşamayı unutmamak lazım...


YAŞAMAYA DAİR
(1)

YASAMAK SAKAYA GELMEZ,
BÜYÜK BİR CİDDİYETLE YASAYACAKSIN
BİR SİNCAP GİBİ MESELA,
YANI, YASAMIN DIŞINDA VE ÖTESİNDE HİÇBİR ŞEY BEKLEMEDEN
YANI, BÜTÜN İŞİN GÜCÜN YASAMAK OLACAK.

YAŞAMAYI CİDDİYE ALACAKSIN,
YANI, O DERECEDE, ÖYLESİNE Kİ,
MESELA, KOLLARIN BAĞLI ARKADAN, SIRTIN DUVARDA,
YAHUT, KOCAMAN GÖZLÜKLERİN,
BEYAZ GÖMLEĞİNLE BİR LABORATUARDA
İNSANLAR İÇİN ÖLEBİLECEKSİN,
HEM DE YÜZÜNÜ BİLE GÖRMEDİĞİN İNSANLAR İÇİN,
HEM DE HİÇ KİMSE SENİ BUNA ZORLAMAMIŞKEN,
HEM DE EN GÜZEL,
EN GERÇEK ŞEYİN YASAMAK OLDUĞUNU BİLDİĞİN HALDE.

YANI, ÖYLESİNE CİDDİYE ALACAKSIN Kİ YASAMAYI,
YETMİŞİNDE BİLE, MESELA, ZEYTİN DİKECEKSİN,
HEM DE ÖYLE ÇOCUKLARA FALAN KALIR DİYE DEĞİL,
ÖLMEKTEN KORKTUĞUN HALDE ÖLÜME İNANMADIĞIN İÇİN,
YASAMAK, YANİ AĞIR BASTIĞINDAN.
1947

(2)

DİYELİM Kİ, AĞIR AMELİYATLIK HASTAYIZ,
YANI, BEYAZ MASADAN
BİR DAHA KALKMAMAK İHTİMALİ DE VAR
DUYMAMAK MÜMKÜN DEĞİLSE DE BİRAZ ERKEN GİTMENİN KEDERİNİ
BİZ YİNE DE GÜLECEĞİZ ANLATMAN BEKTAŞİ FIKRASINA,
HAVA YAĞMURLU MU, DİYE BAKACAĞIZ PENCEREDEN,
YAHUT DA YİNE SABIRSIZLIKLA BEKLEYECEĞİZ
EN SON AJANS HABERLERİNİ.

DİYELİM Kİ, DÖVÜŞÜLMEYE DEĞER BİR ŞEYLER İÇİN,
DİYELİM Kİ, CEPHEDEYİZ.
DAHA ORDA İLK HÜCUMDA, DAHA O GÜN
YÜZÜKOYUN KAPAKLANIP ÖLMEK DE MÜMKÜN.
TUHAF BİR HINÇLA BİLECEĞİZ BUNU,
FAKAT YİNE DE ÇILDIRASIYA MERAK EDECEĞİZ
BELKİ YILLARCA SÜRECEK OLAN SAVASIN SONUNU

DİYELİM Kİ, HAPİSTEYİZ,
YASIMIZ DA ELLİYE YAKIN,
DAHA DA ON SEKİZ SENE OLSUN AÇILMASINA DEMİR KAPININ.
YİNE DE DIŞARIYLA BERABER YASAYACAĞIZ,
İNSANLARI, HAYVANLARI, KAVGASI VE RÜZGARIYLA
YANI, DUVARIN ARKASINDAKİ DIŞARIYLA.

YANİ, NASIL VE NERDE OLURSAK OLALIM
HİÇ ÖLÜNMEYECEKMİŞ GİBİ YAŞANACAK...
1948

(3)

BU DÜNYA SOĞUYACAK,
YILDIZLARIN ARASINDA BİR YILDIZ,
HEM DE EN UFACIKLARINDAN,
MAVİ KADİFEDE BİR YILDIZ ZERRESİ YANI,
YANI, BU KOSKOCAMAN DÜNYAMIZ.

BU DÜNYA SOĞUYACAK GÜNÜN BİRİNDE,
HATTA BİR BUZ YIĞINI
YAHUT ÖLÜ BİR BULUT GİBİ DE DEĞİL,
BOŞ BİR CEVİZ GİBİ YUVARLANACAK
ZİFİRİ KARANLIKTA UÇSUZ BUCAKSIZ.

ŞİMDİDEN ÇEKİLECEK ACISI BUNUN,
DUYULACAK MAHZUNLUĞU ŞİMDİDEN.
BÖYLESİNE SEVİLECEK BU DÜNYA
"YAŞADIM" DİYEBİLMEN İÇİN...

ŞUBAT 1948

30 Kasım 2018 Cuma

Aysel Hanım




Gerçek  hayat   öykülerini isim değiştirerek yazmak adetimdi...ama bu sefer gerçek ismi yazacağım.

Aysel Hanım ile iş yerinde tanıştık. Odamın bitişiğinde kendilerine verilmiş bir minik oda var,  filanca sendikaya ait. 

Bir ila bir buçuk karışlık bir kadındı. Arka cebinize koyun gezdirin yani öylesine minnoş öylesine zarif öylesine küçücük. Adeta bir serçe kuşu..biraz ürkek ama kararlı, çabuk üşüyen ve çok tatlı.


Her zaman kulak hizasından biraz aşağıda uzunluğu olan açık sarı dümdüz ve düz kesim  saçları vardı. Konuşurken iki eliyle saçlarını kibarca şöyle bir havalandırmak el alışkanlığı olmuştu.                                                                       
Kapımı  çalıp mesafeli ses tonu ile bir şeyler istediği gün başladı arkadaşlığımız. Öğretmenlikten emekli Aysel Hanım, filanca sendikanın 20 senelik gönüllü çalışanı. Kibar kibar giydirirdik işleyişe, olana bitene,  edebiyata ve sanata yapılan haksızlıklara. Kendini tutamaz gülerdi benim hoyrat söylenmelerime, teşbihlerime.  Odalarında ısıtma olmadığı için kış günleri çekinerek kapımı çalar ve sıcacık odamda kahveleri içerken iş yoğunluğundan çalıntı kendi hayatlarımıza eklenti  uzatılmış dakikaları paylaşırdık.

Geçen gün  şahane bir etkinlik vardı, keyifle koştururken filanca sendikanın başkanı  üzüntüyle bana seslendi.  O koşturmacada başkası olsa ertelerdim ama severim filanca sendikanın başkanı Bey'i.  3-5 acil detayı halledip yanına koşturdum gerisingeri. Yüzümde uzun zahmetli bir organizasyonun başarılı sonucunu yaşarkenki yorgun ama keyifli tebessüm.

Uzatamadı lafı. İçinde taşıyamamış 20 senelik çalışma arkadaşının , miniminnacık  Aysel Hanım'ı kaybetmenin üzüntüsünü. Kalp ameliyatına girdiğini, mikrop kapıp  öldüğünü anlatırken gözleri dolu doluydu.  Bir zaman sonra endişe ve şaşkınlıkla bana baktığında farkedebildim odaya girerkenki neşeli tebessümün halen yüzümde olduğunu...donakalmıştım. Tepki veremedim. Üzüldüm de diyemedim. Tebessüm, bir mendille silinip alınan kir gibi yok oldu yüzümden.   Bir şey demeden birbirimize baktık. İkimiz de  suskun bir yası paylaştık. Başımı eğdim ve odadan çıktım.

Yukarı etkinlik salonuna çıktığımda Türkiye'nin en tanınmış tarihçilerinden birinin coşkulu Atatürk anlatımını karanlık salonun  huzurunda  yok olarak  dinledim.Etkinlik bittiğinde filanca sendikanın  başkanına uğramadan, Türkiye'nin   en tanınmış tarihçilerinden birini alıp  cafe'ye indim ve onun coşkun-mütevazı neşesine gönülden  katıldım. Masamızın etrafındaki herkes o yüksek enerjiyi paylaşıp  düşmeyen bir tempo ile  Türkiye'nin en tanınmış tarihçilerinden biriyle dirsek temasında oturuyor olmanın keyfini sürerken ben  üzerime düşen şekilde ev sahipliği yapıyor ve sohbete kahkahalara katılıyordum. İnsanlar-gece-başarılı bir etkinlik-coşku, "artık vakti gelmişti" diyerek kucakladığımız kışa ait şiddetlenen yağmurlar  içiçe yaşanıp giderken o kalabalığın uğultusunda ben aslında yapayalnız bir şekilde Aysel Hanım ile  öğlenleri birbirimizi rahatsız etmemeyi umarak  birbirimizin masasına konuk olup çorba içtiğimiz köşeye bakıyordum.

Dışarıda yağmur yağıyor Kadıköy sokaklarını ıslatan. Kendime, kendimi duyacağım bir müzik hediye ettim (lütfen tık)

Sustum, yaşamı dinleyip ölümü düşünüyorum.

Cennettesiniz ve beni  duyuyorsunuz di mi Aysel Hanım ...

14 Temmuz 2018 Cumartesi

Yenge


Trabzon'dan yaz tatillerinde İstanbul'a gelirdik.

Rahmetli yengem bizim detaycılığımıza güler "İstanbul'da kim ne giyse odur moda, az rahat olun" derdi.

Nur içinde yatsın.

O kadar iyiydi ki , o kadar erkenden gitti bu diyardan mümkün olduğunca incinmeden ve incitmeden.


Bu sabah anmamak mümkün değildi meşhur sözleri ile onu.
"İstanbul'un havası fahişelere benzer, saat başı kılık kıyafeti değişir ne yapacağını şaşırırsın" derdi.

Çiçekleri kızgın güneş altında kavrulmasınlar diye sulamaya çıktığım bu sımsıcak yaz gününde anında astıran sağanak yağmurun neşesiyle kalakaldım balkonda.


Önce uzanabildiğim kadar uzanıp gökkuşağı aradım, sonra sıcak havadan süzülen ılık ve iri yağmur damlaları beni ıslatsın diye elimden ne gelirse onu yaptım.
Yarım saate sokak sel gibiydi.


15 dakika sonrasında bulutsuz pırıl pırıl bir Temmuz güneşi kavuruyordu ortalığı.


Sokağa baktım, kimi şort kimi pantolon kimi uzun kimi kısa kimi renkli kimi sakıngan kimi montlu kimi yarı çıplak insanlar birbirlerine aldırmadan yürüyüp gidiyorlardı.

Yengem tahsilli bir kadın değildi .
Sokak filozoflarının sevecen sözleri idi ondan bana gelenler.

Gideli yıllar olsa da bir yağmur damlası ile gönlüne düşüveriyor insanın sevdikleri.
Sevgi ve saygıyla anılmanın temel kuralı da tevazukâr bir tebessüm belki çoğu zaman.


Kaybettiğimiz tüm sevdiklerimiz nur içinde yatsınlar..sevgi iki cihanda geçer akçe.

16 Ocak 2018 Salı

Paşa Gönlümden Sevgilerle



Merhaba,

"Canım Hiç Bir Şey Yapmak İstemiyor O  Zaman Ben de Yapmam" gününe hoş geldiniz.

Bugün o gün.

Ben ilan ettim sabah uyandığımda.

Yok yok..bir yerim ağrıyor sızlıyor, yorgunluktan ölüyorum filan değil.

Gün hafif yağmurlu, es geçilmeyecek kadar güzel bir 16 Ocak 2018 günü. Bugünü severek yaşamaktan başka bir şey gelmez elimden. Doğama aykırı olur. Doğama aykırı şeyler beni çok yıpratıyor. O yüzden bugünü severek yaşayıp "Canım Hiç Bir Şey Yapmak İstemiyor O  Zaman Ben de Yapmam" günü ilan etmekten başka çarem yok.

İşe yine Andy Williams'ı(tık) dinleyerek yürüyüp geldim. Yine sabah aldığım karar üzere yol üstünde gördüğüm yaşlılar ve güzel şeylere mutlaka selam vermem gerekiyordu. Sevimli yaşlı insanlar gördüm. 

Tombul vücudumun elverdiğince reverans yapıp nazikçe tebessüm ederek selamladım onları.  İnanmazsınız biri bile kayıtsız kalmadı. "Deli mi ne" bakışlarını mı ararsınız,  "Paramı mı çalacak acaba" endişesi mi ararsınız, "ben de başımla reveransı ve bu vakitsiz selamı onaylayıp karşılık vereyim"  mi ararsınız, yorgun gülüşlerin arkasında neşeli bakışlar mı ararsınız..ama hiç biri görmezden gelip başını  çevirmedi. Seviyorum  yaşlı insanları.

Yolda gördüğüm eskimiş yapraklar, zarif ferforjeler,camlarda şahsına münhasır izler bırakmış sevgili yağmur damlaları, yağmur damlalarını evladını seven bir anne şefkati ile bağrında gezdiren eşsiz güzellikteki bulutlar, çıkıntılarında anılar biriktiren kaldırım taşları, zamansız güneşe kanmış gonca yüklü dallar, insanların zulmüne kötülüğüne inat bir aradayken güzel-renkli-özgün bir görüntü yaratmaya çalışan çöpler, camgöbeği deniz dalgaları..hepsi ile selamlaştım bugün. 


Sevgili hanımefendi mi sevgili beyefendi mi demeliyim bilemedim ilkin. Sonra her ikisinin de yanlış olacağını anladım. İngilizcedeki "it" kavramı  anca oturdu beynime. Her iki cinsiyete de sahip ve cinsiyetsizdiler çünkü, anladım ben onları. Onlar da karşılıksız bırakmadı  selamımı. Yağmur tepeme yağdı, rüzgar gözüme esti filan. Memnunduk halimizden.

Şimdi öğle arası. Peynir ve çubuk kraker yiyip  nugget ile destekleyeceğim öğünü.

Çok mu  sağlıksız?


Amaaaaaannnn.... hani, zerre umurumda değil.

Bazen "sağlıklı ne yemeliyim" stresinin bizi daha fazla hasta ettiğini düşünmüyor değilim.

Güzel günlerimiz ola..sevgiler

20 Şubat 2017 Pazartesi

ÖZGÜRLÜK YÜRÜME MESAFESİNDE


Çayı koy ki  çocuklar kalkana kadar demlensin ama o arada  çamaşır atabiliriz elbette ve çanta değiştireceğim şunları koymayı unutmamalıyım vb cümlelerle dolu sabahın asil prangası mutfak havalansın diye camı açana kadar sürdü.

Taze , serin yağmur kokusu hipnozdan uyananlardaki kadar şaşkın bir bakış getirdi yüzüme.

Yine de saatin tik-tak'larına yenik düştü  varlığım ve çocukların ayakkabılarını da boyayayım diye mırıl mırıl geri döndüm evin içine.

Saat henüz 05:30'du.

08'de Nehir ile evden koşturararak çıktığımızda o okula ben işe yetişmek için adımları telaşla sıralamamıza rağmen birbirimizi kucaklamayı unutmadık ayrılmadan hemen önce.


"Seni seviyorum" diye fısıldadım kulağına annece
"Aynen" dedi yüzüme bakmadan ..ergence

Tam çöpü de atıp 14C'yi yakalamak için atıldım ki yağmurun davetkar tıkırdamasını duydum kırmızı şemsiyemin  tepesinde.

Çocuksu, 
Masum,
Yalnız,
Davetkâr,

Elimi cep telefonuma attım saate bir bakayım ne kadar zamanım var diye.
Elimi geri çektim; dedim ki kendime,özgürlük yürüme mesafesinde.

Herkes duraklara ya da saçakların altına sığınırken, kulaklığımı takıp müzik dinlemeyi bile reddederek yola koyuldum. Yağmuru dinlemek, nefesimle o tazecik serinliği ciğerlerime nakletmek, yorgun düşüncelerimi attığım her adımla kaldırımlara dökmekten başka bir dileğim yoktu. 

Evden işe yürüdüm.




Şemsiyemin tepesindeki o inanılmaz ritm, yağan her damlaya şükür duası ettirecek kadar huzur doldurdu içimi.



Öyle böyle değil...Yaklaşık 3 kilometre yürüdüm.



Sevgili İstanbul,

Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla.

Esaretin her türüne #HAYIR

24 Aralık 2016 Cumartesi

Kurbağa Fred



Evden çıkarken çöpü atayım diye elime almadan önce çocukların ayakkabılarını boyayayım derdine düşmüşken sabah kalkınca çay koymadan evvel yüzümü yıkadıktan hemen sonra renkli çamaşırları makineye attığım için onları asıp çıksam ne iyi olur diye düşündüm.

Teknik sorumlumuzun sorduğu soruyla çınlayan whatsapp mesajlar kısmını  açtığımda yapmayı unuttuğum bir iş aklıma geldiği için öteki iş arkadaşlarıma mesaj atmışken bugün haftasonu indirimlerini kaçırmadan Migros'tan alışveriş etmeliyim derdi mıh gibi aklıma çakıldı.

Nehir şapka giy,  çayın altını kapattım mı ,  etüde geç kalacaksın, anahtarını aldın mı,  gözlüğünü mü sileyim? Hey Allah'ım tamam ver sileyim nidaları arasında zor şer evden çıktık.


Koş koş Kadıköy'e in, otobüsteyken cepten halledilebilecek işleri hallet, araştırılması gerekenleri araştır ( evlere servis veren kuru temizlemeci kim var bizim yakınlarda vb) inince koş koş; simit mi alsam öğle yemeğine şurdan geçerken  hah bankomat dur para yatıracaktım ay yanında Yapı Kredinin kitabevi var kitaplara bi baksam ama yılbaşı hediyesi almam lazım geçerken sipariş vereyim getirtsinler unutmayayım akşam dönerken de balık mı alsam  ..

Bir an sonrayı planlamazsan hiç bir şeye yetişemiyorsun
Bir an sonrayı planlamaktan an'ı yaşayamıyorsun.

Haberleri açmayayım adam susmuyo yine cer cer cer cer konuşmuştur yemin ederim, hayat koşturması ayrı mesele ama bu adamın sesi , nefesi yoruyor beni. Yorulmama sebep olacağı kadar paye verdiğim için de kendime kızmıyor değilim. Oysa yağmur öyle güzel yağıyor ki.

Durrrrrrrrrrrrrrrrr dedi gönül
Durdum


Yağmur ne kadar güzel yağıyor
Evden çıktığımdan beri var mı bu yağmur

Ablamla gülerdik kurbağa fred şarkısı söylerdik

Yağ yağ yağmur
Her yer çamur..

Çocukluğumun aldırmaz neşesinden başka ne var üzerime hızla gelen ayrıntıların denizinde boğulmamı engelleyen.

Beyin enteresan bir organ. Arka plana atıvermiş silinmesine izin vermeden, dün telefonda yazılı bildirilmesi unutulmuş bir işin bugüne hazır olması için cansiperane mücadele verip saçlarımın ağarmasına yardımcı olurken yürüyerek konuştuğum için camdan bir anlığına görüvermiştim. Yağmur vardı yine ben farkında olmadan, dünyaya can veren bu 
mucizeyi aldırmazlıkla selamlarken çocuğun biri yağmurdan oluşan derenin ortasına geçmiş  muhtemel yepyeni ayakkabıları ile tepiniyordu neşeyle. Sadece ama sadece bir an yüreğim cız etti. Yağmura inmek, üzerime su sıçratmak ve yeniden var olmak istedim. Çocuklarımı yetiştirirken yararlandığımkaynakların birinde "çocuklarınızın yağmur sularında tepinmesine izin verin kızmayın :18 yaşında bunu yapmıyorlar..bırakın çocukluklarını yaşasınlar" diyen  yeterli ve yetkili şahsı andım onaylayarak. ben izin vermiştim;şimdi artık ikisi de bunu yapmıyor. Sonra telefondaki "haklı" kişiyi ikna etme çalışmalarıma dönüverdim o an'ın zenginliklerini zihnimden ittirerek. Ama bugün yağmur , dünün yağmuru ile birleşip kendime getirdi beni.

Durdum.
Şu protokollu iş hallolsun, yürümeye başlayacağım.
Tüm sorumluluklarımık ardımda bırakacağım
Şemsiye yok, kapşunu örtmek yok.
Koşturmak yok, işi işe eklemek yok

Hatta bütçe hesabı da yok.

Gönlüm, ben,ertelediklerim ve sevdiklerim.
Gündem,sesi kesilesice,üzüntüler dertler yok.

En çok kendimi ihmal etmişim. Bir nefeslik de olsa hakkını vererek yaşamak lazım.


"Yağ yağ yağmur
Her yer çamur" diyen Kurbağa Fred kadar sahici,içten,akıllı olmak lazım.

Şükürler olsun


30 Eylül 2015 Çarşamba

Yağmur


İlk tanıştığımız günü hatırlıyorum da kısa kesilmiş saçları ve tuhaf beneklerin oynaştığı küçük yeşil gözleri vardı. Ufak tefekliğine inat dünyaya meydan okuyan halleri, kural tanımam tripleri ile okula gelir gelmez dikkat çekti elbette.

Baskıcı bir ailesi varmış. Babasının habire "o.... mu olacaksın" sorusundan bezdiği için bir gün bakkalın çırağı ile babasının yatağında özgürlüğe yelken açışını anlatırdı hepimize komik detaylarla süsleyerek. Hiç eksik olmayan şen kahkahası  kantinde çınlarken ve onun masasında oturanların sayısı her geçen gün daha da artarken ben nedenini anlayamadığım bir üzüntü ile onu seyreder, bir merhabadan öteye yolum olmamasına özen gösterirdim.

Adına "Akasya" diyelim.
Gerçek hayat portrelerinde gerçek isimler kullanmıyoruz di mi? :)

Akasya koca okulda gitti , benim aşık olduğum delikanlıya aşık oldu. Yaş 20 'lerde ise delikanlılar platonik ve hüzünlü bakışlara sahip kızlardansa hoppadanak kucağına oturan ve dudaklarını uzatan kızları daha fazla tercih ediyor. Bir gün boş sınıfın birine dalıp ikisini tek sandalyeye sığmış öpüşürken gördüğümde bunu net biçimde öğrendim. O yaşların şiddetli ve sınır tanımaz duygularının ölçüsüzlüğü ile isyan-acı-aşk birbirine dolanıp fışkırdı içimden haftalarca.


Ve "Akasya" sebebini asla anlayamadığım bir şekilde tüm okuldaki popülerliğinin meyvelerini toplamak yerine benimle arkadaş olmak için elinden geleni yapıp benimle dertleşti durdu. Aşkını, aldığı keyfi,neşesini,kızgınlığını bana anlattı. Şeytan azapta gerek..tersleyemedim.






O deli dolu hallerinin,aldırmazlığının altındaki şaşkın masum çocuktu belki içimdeki öfkeyi merhamete çeviren. Bir iki başımı çevirip gittimse de sonradan dibimden ayrılmayan bu çocuğa kapılarımı açmış buldum kendimi.

Bir bildiğim varsa insan evladını dinlemeli, anlamasa da dinlemeli.

Lünapark gibiydi aşkları..yapay ışıkların mide bulandıran cazibesi ile harcanan saatler.

Sonra terk edildi...bir kaç kullanımlık Selpak misali.

işte o zaman o aldırmaz ,cool,hayatın ebesini sülalaesini fotoğraflayan kızın örtüleri sıyrıldı, kırgın genç bir kız  var oldu.
Ama terk eden kendi çevresinde paye almıştı. Kızı kullanmıştı, işini görmüş keyfini almış "herkes" gibi ardına dönüp gitmişti. Aşkla işi varsa bile böyle tanıttığı bir kıza dönerek kendini de rezil edemezdi.

Ellerini blüzunun içine daldırırken herkes oradaydı..herkesin içinde kendini elleten o kızla ne işi olurdu?

Gülmeye çalıştı Akasya.. gülemedi . Ağladı kendini tutamadı..aldıran olmadı.

Bir hafta ortadan yok oldu. Döndüğünde, kendisini terk eden o zevatın tam tersi siyasi görüşe sahip oluşuma katıldı.

Başarmıştı. Zevat öfkeden deliye dönmüştü ama bir şey yapamıyordu gururunu kırıp. Oysa "bi çay da sana aliiim" diye sorsa her şey değişebilirdi Akasya için de kendisi için de. O ise dönüp bana romantizm ile yaklaşmaya başladı. Oysa ben aşkımı gömmüş üzerine savaş baltamı dikmiştim çoktan. Kesinlikle cami duvarına yanaşmıştı ama bunu sonra anlayacaktı.


Akasya bu yeni grupta gördüğü hızlı kabul ve sahiplenmeyi sorgulayamayacak kadar saftı. Bir grupta vatan millet Allah kitap muhabbetinin en koyusunu yaparken diğer grupta tam tersi söylemleri sahiplenmesinin dengesizliğini de görmüyordu. 

Gören tek ben değildim ama umursayan tek bendim sanırım. Ona sık sık durmasını söylüyorsam da akışa bırakmıştı kendini.

Bir gün tutuklandı. Katıldığı eylem sonrası yasadışı  faaliyete katıldığı için polis onu da almıştı. Ancak komiser ona bakmış, benim gördüğümü görmüş "bak kızım" demiş "sicilin temiz..kirletme.Yapma kızım. İyi bi okul kazanmışsın yazık anan babana yazık emeğine yarınına yazık. Bunlar yolunu seçmiş ama sen daha safsın etme kızım..salıveriyorum seni evine git bir daha gelirsen...gelme kızım" demiş. Akasya bunu anlatırken  kahkahayı basıp "Yürü be babalık!Türk filmlerinden mi fırladın :ben arkadaşlarımdan ayrılmam atın beni de nezarete diye bağırdım" diye böbürleniyordu.

Gazetelerde yer alan büyük bir eyleme katıldığında olan bitenden korkmuş ve hata yaptığını ziyadesi ile anlamıştı.

Bir akam yemek yerken polis gelmiş kapıyı çalıp almış onu. Annesi çok ağlamış çok yalvarmış ama...o ağlamakta,Akasya pişmanlıkta geç kalanlarmış.

Hapishanede kadınlar koğuşunda tecavüz etmişler ona. İlk akşam. Aklını oynatmış. Uzun süre Ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde yattı tedavi gördü.

Ne eski grup ne yeni grup...okulda kimsenin umuru değildi Akasya. Ben de adının karıştığı olaylardan ötürü korktum ziyaretine gidemedim. Ama aklımdaydı, en azından üzgündüm. "İyi oldu ona" diyenlerden de olmadım unutup gidenlerden de...

Seneler seneler sonra bir gün hiç alakasız bir yerde rastlaştık. Aradan en az 15 yıl geçmişti.Beni görüp tanıyan ve çığlık kıyamet boynuma atlayan o oldu. Eşime baktı, güldü.

-Evlenmemişsin "onunla"...dedi

Gülümsedim.

-"Sana aşıktı.."dedi. "Sana evlenme teklif edecekti" Sonra yüz ifademe baktı, anladı, onca yıl sonra can acısını unutmadığını belli edecek bir büyük neşeyle  bastı kahkahayı "o teklif etti ve sen red mi ettin?Ama sen de ona aşıktın?"

Aşkımı gömüp üzerine diktiğim savaş baltasını  kafasına geçirmiştim.Nikahıma kadar gelmişti ama ben onu asla affetmemiştim. Bunları Akasya'ya detaylandırmadım, ne yaptığını sordum, vekil öğretmenlik yapıyorum dedi yüzü kızararak. Doğru muydu söylediği bilmiyorum . Gitmemiz gerekiyordu , izin istedim.  
Ayrıldık, seslendi . Döndük bir daha kucaklaştık. 

"Bir annemi bir seni andığım zamanlarda çok ağladım. O , ben hapisteyken öldü. Bari sen affet beni" dedi.

"Sen kendini affet Akasya..benden yana sıkıntı yok" dedim. Sonra kendini yetişkin sanan 19 yaşlarında iki kız gibi değil de kendini 19 yaşlarında sanan iki yetişkin gibi gücümüzün yettiğince sarıldık birbirimize.

Hayat...seçimler..

Yağmur gibi; kimine bereket-mutluluk kimine felaket getiriyor aşk.

Bazen herkes sizi affetse de siz kendinizi affedemediğinizde yollar hep yokuş, mevsim hep kış ...





27 Eylül 2015 Pazar

Siz Küçükken Kaç Yaşındaydınız?

Korkudan baskın tek duygu umutmuş.

Korku ve öfke anında kontrol zayıflayınca ortaya çıkanlar komik oluyor çoğu zaman. Ne İstanbul Türkçesi ile şakıyan beylerin korku /öfke anında sinkaflı küfürleri ya da lehçeli nidalarına şahit olmuşumdur.

Ya da neredeyse 30 senedir İstanbul'da yaşayan bendeniz kızınca gayet içten bir "yapma da!" ile çığlığı basar, samimi öfke anımda "afkur afkur" diye söylenir,beni çılgına çeviren birine o an rahatlıkla "anderin gaybanası" diye sayıp söverim. O anlarda Amerikan filmlerinin "oh ! lanet olsun!"ları yer almaz dimağlarımızda.

Akşam İstanbul'da gök delindi yere indi. Nasıl bir gökgürültüsü nasıl bir şimşek nasıl bir sağanak yağmur..yok böyle bişi.


Jane Austen'in İKNA romanına dalmış hayli geç yatmıştım. Yerimden kalkasım yok ama kulağım çocuklarda. En sonunda içeriden Nehir'in , yani küçük kızımın titrek sesi yükseldi. 

-"Babaa..babaaaa"

Eşim yerinden fırladı hemen yanına gitti,Nehir kucaklanarak annesinin sıcacık kollarına getirildi. Eh, Selin'in nesi eksik?O da yarı uykulu geldi yattı yanımıza.



Korkan çocuk , üzülen çocuk "anne" diye ağlamaz mı?
Ne yapsam ne etsem Nehir'in aşkı ve önceliği baba işte. Sağlam çakan bir şimşeğin aydınlığında bunu görmüş olduk.



Kıskandım mı sandınız?
Az bile sanmışsınız.
Öldüm kıskançlıktan..ama küçükken "anne" diye değil " baba" diye ağlayan bir kız çocuğu olduğumu hatırladığım sürece ağzımı açmaya hakkım yok biliyorum.

Selin anladı derdimi. Uykusunun içinde gülümsedi , uzandı elimi tuttu.


Nehir son gökgürültüsü ile burnunu sineme gömdü.

"Ne sarsuk bulutlar bunlar..koca gökyüzünde yer bulamayıp çarpılır mı birbirine yahu..bunlar sizden de sakar" diye fısıldadım onlara. Kasılmış omuzlar gevşedi.Bir iki mahmur kıkırdama çıktı ağızlarından.

Onlar uyudu.

Ben yağmuru,babamı ve çocukluğumu düşündüm sabah olana değin.