korku etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
korku etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Şubat 2021 Perşembe

Duygular Renk Renk

Kendi bloğumdan intihal yapacağım bugün.

Belki şöyle baba bi üniversiteye beni de rektör-dekan bişi atarlar :-)



En sevmediğim duygu çaresizlik. Rengi bulanık safran sarısı, çirkin bir kırmızının üzerine dökülmüş. Ne yapsam atamıyorum üzerimden, ne varsa bende kalan alıp götürüyor hepsini tereddütsüz...Zamanın getirdiklerini zamansız alıyor benden.Soğuk!




En aldırmadığım duygu öfke. Rengi palyaço pembesi.Nadir gelir, ben geliş sebebini sormadan alır şapkasını gider ardında iz bırakmadan.Kanımı ateşleyişini, bende yarattığı adrenalini severim ama en çok geç gelip tez gidişidir sevdiğim.Bir de , sadece öfkelendiğimde aldığı bir renk var gözlerimin; çakmak çakmak bir yeşil.Onu da severim.
  
                                                        

En vazgeçilmez duygu huzur. Sevgi maisi ile şefkat maisinin uyumla kucaklaştığı bir mai rengi. O kadar serin bir sıcaklık ki o, incinmesin,kırılmasın , benden kimse alamasın diye kalbimin ve beynimin ennnnn içerilerine yerleştirip duvar ördüm çevresine. Aldırmazlığı içime veren Allah'ıma şükürler olsun.Bazen köy yanar kel bakar modunda yaşamak o kadar güzel ki :-))
En şiddetli duygu aşk. Rengi değişken ama asla pastel değil ve asla beyaz değil. Genelde damarlarımda kanın Şibumi kıvamında dolaşmasına neden oluyor.


En kuvvetli duygu annelik. Rengi mercan yeşili ile turuncu karışımı. Uç duygu ve kavramların uyum içinde tek potada erimesine neden olan karmaşık bir düzen getiriyor dimağınıza.İlk defa ölümden korkuyor insan...onları bırakmak korkusu ölümden baskın.
                                                           
En ferahlatıcı duygu özgürlük.Dünyanın tüm rüzgarlarını ciğerlerinize doldurmak demek özgürlük. Göğün maisi ile bulutun beyazı birbirine karışmış,Dalgaların köpüğü gibi kıpır kıpır ve vazgeçmeye hazır. özgürlük sıcak havada alınan serin ve taze bir nefes gibi...
                                                                               
En nitelikli duygu merhamet. Allah almasın kalbimden onu..başka iyi bir niteliğim yok çünkü. Merhamet kahverengi yeşil, merhamet sakınımlı mahçup. Merhamet suskun dilsiz ,tevazu içinde ama başı hep dik. Maşkerhamet anne kurabiyesi tadında..
En bedel ödeten ama en arı kalan duygu adalet. İnsan kendi adaletini uygulamalı, adaleti el'den beklememeli bazen. Adalet kömür karası kararlı.Adalet çelik kadar soğuk ama elden bırakmazsan senin vücut ısında.
                                                                

En salak duygu korku. Rengi çiğ sarı..uçup kaçacak gibi.Bir Allah'tan bir nefsimden bir de sarhoştan korktum şimdiye kadar. Öteki renklerimi zedelemesin diye gelse de görmem, seslense de duymam duygularımdan bu. Soğuk çorba içmek gibi...


En çabuk kaybolabilen duygu vefa. Lila rengi, utangaç. Az insanda bulunur, çoğaltılması resimlerle-kokularla-şarkılarla mümkündür. Kırılgandır,beslenmesi gerekir. Lazım yerde vefasızlık eden de..Allah'a havale edilip silinir.

12 Ağustos 2018 Pazar

Buralardalar








Halit Ağa Caddesi'nde gördüm teyzeyi. Sabah yürüyüşlerimden birindeydim yine. Kulaklığımda yürüyüş müziklerimden biri, aklımda yapacak işler filan.

Bir baktım bankta oturmuş, ayakları yere tam değmiyor. Temmuz ayının sıcağı ona değmezmiş gibi, her zamanki ayağında çorap üstünde patik ile oracıkta. Yüzünde sıradışı bir beyazlık. Elleri yüzü şiş. Ayakları her zamankinden büyük.


Orada olmasına şaşmadım değil. Bana diktiği korku dolu gözlerine baktım sakince. Endişe ile açılmıştı koskocaman. O bana baktı ben de ona. Yanına gitmemi istemediğini biliyordum. Sadece bir mesajı vardı ve benim anlamamı istiyordu. Ne yapacağını bilmez panik,endişe dolu havasından bir şey anlamam mümkün değildi. Bir süre baktım, başını  korku ile yere eğdi. Yürümeye devam ettim. Sonra , bir hayal miydi bu diye durup geri döndüm. Yerinden kımıldamadan bana bakıyordu. Çaresiz,endişeli,elinden bir şey gelmeksizin... 


Yürüdüm ve yoluma devam ettim.

İki gün sonra kızı çok kötü şeyler yaparak bir ailenin mahvına sebep oldu.

Rahmetli bu nedenle çaresiz ve mutsuzmuş dedim. Olacak olan malüm olmuş ama durdurmak ne olun ne benim elimden gelemedi ne yazık ki.

Nur içinde yatsın.
Onlar gitmediler..hep buradalar



9 Ekim 2016 Pazar

Göz Göre Göre

Tok açın halinden ne anlar
Aç açın halini anlar
Hekimden değil çekenden sor demişler
Çok veren maldan az veren candan..ve nice atasözleri deyişler.
Atalar bilmişler de söylemişler, şapka çıkartıyorum yaşanmışın özetini  çıkartışlarına, hayatı insanı inceleyip analitik sonuçlara varmalarına.

Bugün işe gelirken aşağıdaki tabloyu gördüm ve resmini çektim. Tinerci  çocuklar çevredeki kafedekilerden yiyecek dilenip karınlarını doyurmaya çalışıyorlar ama sokak köpekleri yanlarına gelince ellerindekilerin yarısını bölüp onlara veriyorlar. 



Oysa biz, bizim insan kaldığını iddia ettiğimiz yanımız bırakın sokak köpeklerini o çocukları doyurmayı düşünmüyoruz bile çoğu zaman.

"Korkuyoruz " en fazla duyduğum sebep.

Ama o çocuklara  bakınca "onlar korkmuyor olabilir mi" diye düşünüyor insan.
Yarınlardan,ölümden,sokakların getirdiklerinden,açlıktan.

Daha fazla mal tutkusu köreltmiş o  "dip boyam geldi"lere para ayıran, piercing için para bulan, kahverengi elbisesine kahverengi pabuç ve çanta uyduran, gillette mach3 kampanyalı diye 10 tane birden alanlardanız biz çoğu zaman kabul etsek de etmesek de.


Üzüldüm a dostlar. O çocuklar hepimizin, açlıkları korkuları yoklukları yokoluşları ile hepimizin.

Utandım a dostlar. Tüm felsefi söylemlerimizden, bahanelerimizden utandım.


Stephenie Meyer 'in Göçebe romanındaki öykü geldi aklıma. İnsan olmak çok ağır, ben de bir gezegende suda salınan yosun olarak mı yaşasam bir kaç yüz yıl...

23 Mayıs 2016 Pazartesi

Sınama

Allah'ım dedim caaan-ı gönülden.

Bilge'nin bloğunu okuyunca tüm korkularım  su yüzüne çıktı.
Su yüzüne çıkmaları az geldi, gelip yapıştılar boğazıma.
Nefes alamadım korkudan.

Camdan dışarı baktım bir süre Pazartesi'nin yoğunluğu ile bunalmışken hepsinden sıyrılıp çaresiz, korkmuş. Unuttum tüm raporları,yapılacakları,ertelenmeyesiceleri..

Allah'ııım dedim.



Beni ve sevdiklerimi;
Açlıkla,pislikle,yoklukla,sevdiklerimin acısıyla,sevmediklerinin acısına sevinecek kibirle,başımın öne eğilmesiyle sınama.
Şart mı sınaman?
Sınama.

Çok para ile sına beni Allah'ım
Bakalım rivayetlerdeki gibi yoldan çıkıp sapıtıyor muyum?




Deli gibi malım mülküm, bir yanı yeşile bir yanı maviye bakan  Londra meydanı kadar balkonlu köşküm olsun.


Bakalım kibre kapılıyor muyum?


Bu makus talihine yenilmiş göbek gitsin vampir Bella gibi bişi olayım..

Bakalım kendimi şaşırıyor muyum?

Sevdiklerimin sevinci ile tamamlansın tüm mutluluklarım
Çocuklarım, ailem,annem,babam,kardeşlerim,yeğenlerim....

Allah'ım
Nolur uzun hayırlı nefis bir hayat ver bana ve beni sınama dedim.

Şu memleketin haline bak..sınandık sınanacağımız kadar zaten
Daha sınama
Amin.


27 Eylül 2015 Pazar

Siz Küçükken Kaç Yaşındaydınız?

Korkudan baskın tek duygu umutmuş.

Korku ve öfke anında kontrol zayıflayınca ortaya çıkanlar komik oluyor çoğu zaman. Ne İstanbul Türkçesi ile şakıyan beylerin korku /öfke anında sinkaflı küfürleri ya da lehçeli nidalarına şahit olmuşumdur.

Ya da neredeyse 30 senedir İstanbul'da yaşayan bendeniz kızınca gayet içten bir "yapma da!" ile çığlığı basar, samimi öfke anımda "afkur afkur" diye söylenir,beni çılgına çeviren birine o an rahatlıkla "anderin gaybanası" diye sayıp söverim. O anlarda Amerikan filmlerinin "oh ! lanet olsun!"ları yer almaz dimağlarımızda.

Akşam İstanbul'da gök delindi yere indi. Nasıl bir gökgürültüsü nasıl bir şimşek nasıl bir sağanak yağmur..yok böyle bişi.


Jane Austen'in İKNA romanına dalmış hayli geç yatmıştım. Yerimden kalkasım yok ama kulağım çocuklarda. En sonunda içeriden Nehir'in , yani küçük kızımın titrek sesi yükseldi. 

-"Babaa..babaaaa"

Eşim yerinden fırladı hemen yanına gitti,Nehir kucaklanarak annesinin sıcacık kollarına getirildi. Eh, Selin'in nesi eksik?O da yarı uykulu geldi yattı yanımıza.



Korkan çocuk , üzülen çocuk "anne" diye ağlamaz mı?
Ne yapsam ne etsem Nehir'in aşkı ve önceliği baba işte. Sağlam çakan bir şimşeğin aydınlığında bunu görmüş olduk.



Kıskandım mı sandınız?
Az bile sanmışsınız.
Öldüm kıskançlıktan..ama küçükken "anne" diye değil " baba" diye ağlayan bir kız çocuğu olduğumu hatırladığım sürece ağzımı açmaya hakkım yok biliyorum.

Selin anladı derdimi. Uykusunun içinde gülümsedi , uzandı elimi tuttu.


Nehir son gökgürültüsü ile burnunu sineme gömdü.

"Ne sarsuk bulutlar bunlar..koca gökyüzünde yer bulamayıp çarpılır mı birbirine yahu..bunlar sizden de sakar" diye fısıldadım onlara. Kasılmış omuzlar gevşedi.Bir iki mahmur kıkırdama çıktı ağızlarından.

Onlar uyudu.

Ben yağmuru,babamı ve çocukluğumu düşündüm sabah olana değin.







1 Ağustos 2015 Cumartesi

Koyu Mai


Dün işe giderken, hani o her adımını mutlu attığım özlenmiş yolda yaşanmamışlıkları yaşanmışlıklara doğru çevirme yolunda ilerlerken Geveze'nin uyandığımdan beri avaz avaz söylemekte olduğu Ferda Anıl Yarkın şarkısına ıslıkla eşlik ediyordum çaktırmadan. Kadıköy'ün şıkır şıkır insanlarını görmekten duyduğum hazzı saklamak gibi bir niyetim de yoktu. Bilen bilir;tam  ana caddenin köşesinde kocaman bir İş Bankası var. Oradan dönüp karşıya geçmek üzere ilerliyorken neşeli bir sesin haykırdığını duydum.


-Eyyy çok sayın Kadıköy halkııı...Günaydıııın.

Gülüşmeler oldu. Bu da nesi diye döndüm baktım.
Şu cadde kenarlarını süpüren belediyenin minik aracının arkasına 16 yaşlarında bir delikanlı çıkmış, araç ilerlerken o da neşeyle ulusa sesleniş'i gerçekleştiriyordu.

-Sevgili halkıııııım. Hadi size iyi günleeeeeeeeeeeeer. İmzaaaaaa Kadıköööööy Belediye Başkanıııııııı

Tebessümler, gülüşmeler

-Alkışlasanıza laaaaaaaaann

Alkışladık. Bu sefer ben de dönüp baktım sabahın neşesine isim veren bu çılgın kim diye. Gülümsemem soldu  o an. Kadıköy sabahının neşesi konuşma aralarında durup tiner çekiyordu.Çöp aracını süren adamcağız da besbelli korkudan ona in aşağı kardeşim diyemiyordu. Bir el, oradaki akışı durduracak şekilde pause düğmesine basmıştı sanki.O neşeyle haykırıyor , arabalar ve insanlar kımıldamadan durup onu seyrediyordu..

-Sevgili halkıııııııım...işleriniiiiiiiiz rast gitsiiiiiiiin.Hepiniiiiiiiiz bugüüüüüüüün çooooooooooooooook mutlu oluuuuuuuuuun.

Bir an durdu

-İmzaaaaaa Kadıkööööy Tinerciler Başkanııııııııııııııııı.


Artık kimse gülmüyordu. Hepimiz durduk ve çaresizlikle ona baktık. O ise, bizimkinden çok daha büyük bir çaresizlikle gözlerini boşluğa dikmişti.Elindeki tinerden koskocaman bir nefes çekti. Arabadan indi.

Pause düğmesine basan el kendini çekti..hayat akışına geri döndü.

Herkes yoluna devam etti.
,
O ise seslenişini yapmış,gözleri aynı boşluğa takılı , "görmemek için" bütün gücüyle elindeki torbayı soluyarak kımıldamadan durdu tüm hayatın gözlerini diktiği o boşluğa aktığını bilip aldırmaksızın.

Anın tüm iletileri koyu maiydi.





1 Mayıs 2015 Cuma

1 Mayıs

Öğrenciydim..sene 80'lerin sonları.
Okul Harbiye'de..hani biz Harbiye derdik ya..bildiğin Dolapdere'de aslında
Şu, yanda gördüğünüz ara sokaktaki bina..
Marmara Basın Yayın,şimdiki adıyla İletişim Fakültesi
Trabzon'dan gelmişim, bizim neslin genel özelliklerine uygun apolitik bir çocuğum
1 Mayıs'ta Taksim'den geçip okula gelmeye kalkan arkadaşlarımı polis aldı.
"Basyın Yayın öğrencisi" kimliği yeterli görülmüş?İlk defa kimliğimden ve 1 Mayıs'tan korktuğum zamandı.

Mezun olmaya az kaldı.Sene, 90'ların başları. 
TRT'de staj sonrası kaldım, mutlu bir köle misali çalışıyorum ne gecem var ne gündüzüm.
Torpilim de yok.
8 ay bedava çalıştım beni işe almaları için...alındım da netekim.Vezneciler kız yurdunda kalıyorum bir yandan. O gün çekim var.Fatih'ten Taksim'e, Taksim'den Ulus'a giden otobüse bineceğim. Para yok, otobüs saatlerini hatmetmişim. Taksim'e bir geldim..Ana?!Otobüsler yok. Nasıl panik nasıl korku bende..in cin top oynuyor.Bol bol polis var.Ayyy içim rahatladı , koşturdum bir tanesine.Omuzuna vurdum arkasından pat pat. Adam polis topaç gibi döndü anında ve otomatik silahını burnuma dayadı. Korkudan dibimin düştüğü,midemin böbreğimin üzerine çıkıp tepindiği andı o. Ellerimi havaya kaldırıp nefes bile almadan "ateşetmeyinn'olur,işegeçkaldımotobüsleri bulamıyorumbitanebileotobüsyokhiçotobüsyokamabenbişiyapmadımateşetmeyinn'olurbenimişegitmemlazımamaistemezsenizgitmemvallabillagitmemamaotobüsleridebulamadımzatenAllahAllahbengitmezsemnolurkiateşetmeyinvallagitmembillagitmem..." diye mantıksızca,aralıksız bağırmaya başladım.Polis bir eliyle uzandı ağzımı kapattı. "Kızım" dedi "anan seni kadir gecesi doğurmuş.Hiç 1 Mayıs günü Taksim'de gidip polisin arkasından küt diye omuzuna vurulur mu?" Rengim Casper'a eş halde kekeledim "1 Mayıs mı? B Stüdyosunda çekim var?" Baktı bana, ağzının içinde bişiler geveledi,götürdü elleri ile Gümüşsuyundan aşağı inen yola bıraktı. Duacıyım kendisine. Böbrek taşı düşürdüm o günün akşamına.Korku hem nasıl korkuydu.

Aradan yıllar geçti.
1 Mayıs..
Artık apolitik değilim.
Çocuklarımı da öyle yetiştirmiyorum.
Taksim meydanına çıkmaya hala cesaretim yok
Üzülüyorum.

1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı kutlu olsun.


15 Ekim 2014 Çarşamba

Hacıyatmaz...


Bir gün çocuğunuz başka şehirde üniversite filan kazanırsa, sakın bir yakınınızın yanına vermeyin onu. Bırakın yurtların soğuk koridorlarında kendini ısıtacak dostluklar kurmayı öğrensin, bırakın bacakları henüz güçlüyken dik yokuşları tırmanmayı öğrensin ve bırakın yoklukları tanısın ki ileride şükrü gönülden öğrenmiş olsun.


Vezneciler Kız Öğrenci Yurdu..1500 tane 19'larında kız çocuğu. Tam bir "hamdım piştim yandım elhamdülillah" sokağı.

Çıplak koridorlarını, bit kadar odasındaki tıkışlığı,kaşındıran battaniyemizi,pembeliğinden utanan pembe ya da değişim günü pembeyi verip yerine aldığımız, bir kaç yıkama sonra adımı değiştirip gri olacağım diyen mavi nevresimlerimizi severdim. Bir çay almak için 2 uzun koridor 3 kat merdiven bir koca avlu ve bir kısa koridor yürüyüp o çayı aldıktan sonra aynı yoldan odaya dönmenin anlamsızlığını, soğumuş çayımı yudumlamayı severdim. Suların kesik olduğu zamanlarda kaloriferden su boşaltıp o tiksinç suda saçımızı yıkayacak kadar neşeli bir gençlik yaşamayı severdim.

Elektrikler kesildiğinde bu 1500 kızın aynı anda attığı çığlığın Bayazıt'tan duyuluşunu severdim. 

Birimiz hasta olduğunda tıptan öğrenci arayışımızı,iğneyi hemşirelik öğrencisinin vuruşunu,veteriner öğrencilerinin kedileri doğurtuşunu hep beraber izlemeyi severdim.

Açken paramızı birleştirip aldığımız döner ekmeği 6 pay edişimizi severdim. 
Açlığımıza ürettiğimiz çözümleri severdim.


Ben, fal bakardım iskambil kağıtlarından.
Sigara satardım tane usulü
Orkid satardım tane usulü, gece yurttan çıkış yasakken mecburiyetten orkid arayanlara
Jeton satardım sevgilisini özlemişlere anne kokusuna hasret kalmışlara karaborsa
Sağda solda bırakılmış boş kola şişelerinin depozitolarını biriktirirdim.

Ya da içimizden birine sevdalanmış, "taze aşık" bir delikanlı bulur sevgilisiyle yemeğe gittiğinde tesadüfen eşlik eder sonra bol keseden atıp tüm hesabı ödemesine "ay ne gerek vardı"larla izin verirdik.

Aç kalmazdık...

Hayat zor, yokuşlar dik,gönüller gençti...severdim yaşamayı.

Şimdi soyadı bir yana dursun adını bile hatırlayamadığım kaç arkadaşımı gece acile kaldırdım ben..Çapa'da Cerrahpaşa'da birbirimizin başında sabahlamalarımız..onca acı yokluk zorluk içinde baş tacı edip çamura düşürmediğimiz aşklarımız...gece "ölmez di mi" korkularımız, sabah "doktor ne yakışıklıydı beaaa" geyiklerimiz...cayır cayır yanmayı severdim ben.

Di ve ben Heybeli Ada'da..sene 88
Hiç unutmam ,İstanbul'daki su yokluğundan fenalık geldiğinde seferlerin birinde, ilk ataması Erzurum olan ablamın yanına gitmiştik otobüse atlayıp Di (Dilek) ile ... Ablam beni görünce gülümsemişti tüm sarsukluklarımı hoşgören sevecen abla gülümseyişini takınıp. Di ile o kadar uzun kalmıştık ki banyoda,kapı şişmişti buhardan. Ertesi gün geri dönmüştük .Gençtik, yollar uzun zaman boldu,yorulmak kavramı henüz uğramamıştı semtimize.İstanbul'dan Erzurum'a bir banyo için gidişimiz mevzu değildi de ertesi gün okula saçlarımızı savurup gideceğimizi konuşuyorduk keyifle.

Eylemlerde yurdu basan çevik kuvveti "yurda erkek girdi heyyooo" çığlıkları ile içeri hapsedişimizi ve gergin ortamın kahkahalara boğulmasını severdim...

Birileri aşkının kahrından odaya rakı masası kurmuş demlenirken kendi ranzamda Yasin okuyuşumu, o rakısını ben duamı bitirince birbirimizin omuzunda aşklara ve hayata ağlayışımızı severdim.

Ramazan geceleri sahur yemeklerine herkesin doluşmasını, bir Halley bir kola ile sahur yapışımı severdim.

Bayazıt kulesinin tepesindeki ışığın renginden ertesi günkü hava durumunu öğrenip giysi seçişimizi severdim.

Özel günlerde AGS kreasyonunun sınırsız seçenekleri ile donanmayı ya da donatmayı severdim.(Arkadaş Giyim Sanayii)

Odaya yeni gelenlere lezbiyen taklidi yapışımızı, ilk gece yanına süzülüp ödünü kopartışımızı severdim.

Beş para etmeyen genç kızlardık..beş para etmeyişimizi severdim.

Ruh çağırdığımız geceler korkudan tuvalete 6 kişi birden gidişimizi,sırayla birbirimizi bekleyişimizi severdim.

Hayallerimiz vardı kimimizin mutlu bir yuva,kimimizin parlak bir gelecek üzerine..hayallerimizi ,hayal kırıklarımız kadar çok severdim.

Haşim İşçan'dan gelirken uzun karanlık bir yol, ardından iki film birden oynatan malüm sinemalardan birinin önünden geçer yurt kapısının önünde bekleyen seyyar satıcılar,minibüsçüler ve bilimum abaza sürüsü arasından sıyrılır kimlik kontrolü sonrası yurda girerdim..o demir parmaklıkların ve çıplak taşlığın verdiği güveni ,yuvama girmişim duygusu ile çok severdim....

Ben, hiç olmanın hep oluşu getirdiğini yurtta öğrendim ; ben kendimi yurtta buldum..çok sevdim.



19 Ağustos 2014 Salı

Siyahın Resmi

Uyandım , göğe baktım siyahtı
Koştum ..yıldızlar çok uzaktı,
Çağırmak istedim..aklıma gelmedi adı
Gördüğüm en kötü rüyaydı

Peki ya rüya değilse siyahın hükmü, korku ve öfke çare değilse yırtmaya o perdeyi. Kelimelerin sırrı emanetse ve söyleyemiyorsan kimseye yükünün seni ezen hükmünü.

Bazen geceler çok uzun sürüyor bazen 
Bazen tebessümle saklanıyor en büyük ağıtlar bazen


ve kar altında düş kuran tohumlar misali, baharı düşler kalbiniz. Güvenin düşlere, zira onlarda gizlidir ebediyete açılan kapı..Khalil Gibran

7 Mayıs 2014 Çarşamba

Duyguların Renkleri Var

En sevmediğim duygu çaresizlik. Rengi bulanık safran sarısı, çirkin bir kırmızının üzerine dökülmüş. Ne yapsam atamıyorum üzerimden, ne varsa bende kalan alıp götürüyor hepsini tereddütsüz...Zamanın getirdiklerini zamansız alıyor benden.Soğuk!

En aldırmadığım duygu öfke. Rengi palyaço pembesi.Nadir gelir, ben geliş sebebini sormadan alır şapkasını gider ardında iz bırakmadan.Kanımı ateşleyişini, bende yarattığı adrenalini severim ama en çok geç gelip tez gidişidir sevdiğim.Bir de , sadece öfkelendiğimde aldığı bir renk var gözlerimin; çakmak çakmak bir yeşil.Onu da severim.

En vazgeçilmez duygu huzur. Sevgi maisi ile şefkat maisinin uyumla kucaklaştığı bir mai rengi. O kadar serin bir sıcaklık ki o, incinmesin,kırılmasın , benden kimse alamasın diye kalbimin ve beynimin ennnnn içerilerine yerleştirip duvar ördüm çevresine. Aldırmazlığı içime veren Allah'ıma şükürler olsun.Bazen köy yanar kel bakar modunda yaşamak o kadar güzel ki :-))

En şiddetli duygu aşk. Rengi değişken ama asla pastel değil ve asla beyaz değil. Genelde damarlarımda kanın Şibumi kıvamında dolaşmasına neden oluyor.

En kuvvetli duygu annelik. Rengi mercan yeşili ile turuncu karışımı. Uç duygu ve kavranmların uyum içinde tek potada erimesine neden olan karmaşık bir düzen getiriyor dimağınıza.İlk defa ölümden korkuyor insan...onları bırakmak korkusu ölümden baskın.

En ferahlatıcı duygu özgürlük.Dünyanın tüm rüzgarlarını ciğerlerinize doldurmak demek özgürlük. Göğün maisi ile bulutun beyazı birbirine karışmış,Dalgaların köpüğü gibi kıpır kıpır ve vazgeçmeye hazır. özgürlük sıcak havada alınan serin ve taze bir nefes gibi...

En nitelikli duygu merhamet. Allah almasın kalbimden onu..başka iyi bir niteliğim yok çünkü. Merhamet kahverengi yeşil, merhamet sakınımlı mahçup. Merhamet suskun dilsiz ,tevazu içinde ama başı hep dik. Merhamet anne kurabiyesi tadında..

En bedel ödeten ama en arı kalan duygu adalet. İnsan kendi adaletini uygulamalı, adaleti el'den beklememeli bazen. Adalet kömür karası kararlı.Adalet çelik kadar soğuk ama elden bırakmazsan senin vücut ısında.

En salak duygu korku. Rengi çiğ sarı..uçup kaçacak gibi.Bir Allah'tan bir nefsimden bir de sarhoştan korktum şimdiye kadar. Öteki renklerimi zedelemesin diye gelse de görmem, seslense de duymam duygularımdan bu. Soğuk çorba içmek gibi...

En çabuk kaybolabilen duygu vefa. Lila rengi, utangaç. Az insanda bulunur, çoğaltılması resimlerle-kokularla-şarkılarla mümkündür. Kırılgandır.beslenmesi gerekir.

7 Aralık 2013 Cumartesi

Karanlık

Harbiye'deki üniversiteden çıkıp  Yeşilköy'e doğru yola koyuldu.İnanılmaz derecede dünyaya minnetsiz, halinden memnun, özgürlüğün umursamazlığını hayasızca yaşamaya eğilimliydi. Otobüs beklerken ilkbahardan yaza dönen havayı keyifle içine çekti. Çevresindeki koşturan insanlara baktı. Sevgililer, yaşlılar, döküntüler, fiyakalılar...hani, hiç biri umurunda değildi ya,zaman geçsin diye bakınıyordu işte öylesine.

Otobüsler geldiğinde 72 Taksim-Yeşilköy arabasına koşturdu, keyfi her dakika artarak en arka koltuğa attı kendini. Kimseyle gözgöze gelmek, muhabbet etmek niyetinde değildi.Çantasından kitabını çıkardı ve tüm gün üzerine yapışmış küstahlığını satırlardaki eşsiz anlatımın içinde eriyerek kaybolurken farkında bile olmadan yitirdi. Taksim-Yeşilköy arası trafik sıkışıklığında 1-1.5 saati bulabilen yolculukta yazarın anlatımı ile bir başka yaşama, başka insanların duygu ve düşüncelerine dahil olmuş gerçeklikten koparak daha gerçek olana doğru yola koyulmuştu. Zaman zaman başını kitaptan kaldırıyor, görmeyen gözlerle camdan dışarı bakarken kendisini etkileyen cümlenin anlam derinliğinde demleniyordu. Yeşilköy'e vardıklarında son durakta indi. Kitap okurkenki munis ve mütevazi hali yok olmaya başlamıştı bile. Etrafındaki evleri-insanları görmemek isteği ile hızlı adımlarla eve doğru yola koyuldu.Anahtarı cebinde yokladı, az sonra "tavaya çak bi yumurta" şenliği düzenleyeceği ve tüm anları yapayalnızlığın doyulmaz özgürlüğünde , tüm eklerden yoksun yalın haliyle yaşayacağı yere açılan kapının kilidine eğildi.

İşte içerideydi.."ohhhhhhh!" dedi yüksek sesle ve dizginlenemez bir neşeyle. Gençti, Yeşilköy sahilinde tek kaldığı bir evde konuk da olsa alabildiğine özgür ve bir süre yalnızdı.


Balkona çıktı. Güzel yaz akşamı insanlar balkonlara çıkmış sofralar kuruyorlar, aile oluşun ahenkli mırıltıları ve seslenişleri i le sofralar kuruyorlardı. Bir an mahzunlaştı.. ailesinin sevecen ve dizi filmlerdeki gibi daima yeni bir şeylerle kurgulanmış akşamlarını ne kadar da özlediğini düşündü.

İstanbul'un her kaldırım taşı ile birlikte tamamını verseler ona paye vermeyecekti. İstanbul 'un kendisi de yalandı , İstanbul insanı da yalan ediyordu.

O ailelerin koşturmacalarına- yorgunluklarına-mecburi ritüellerine burun kıvırarak içeri girdi. Canı ne isterse yapacak ve istemediğini yapmayacaktı. "Şahane bişi bu" dedi aynadaki aksine..aynadaki aksinin dudakları kıvrıldı,gittikçe genişleyen bir sırıtışla baktı kendisine...ve tam da o anda elektrikler kesildi! Çocukluğunun tüm korkuları olanca gücüyle savunmasızlığının ortasından hücum etti benliğine. O anda, İstanbul'un nezih bir semtinde son derece güvenli bir apartmanda salına salına gezinen üniversite öğrencisi bir genç kız değildi. O anda, kopkoyu bir karanlığın ortasında bilinmeyenlerin saldırısına uğramasına ramak kalmış ve düşmekte olduğu dipsiz kuyuda uzattığı ellerini tutacak,çığlığını duyacak hiç kimsesi olmayan bir çocuktu. Anahtarı aldığını hayal meyal hatırladı sonradan..gecenin bir yarısı kendini evden sokağa attı...kalbi durmak üzereydi.

Sokaklar da karanlıktı ama ay dede ışığını cömertçe paylaşıyordu.Daha biraz önce çatal bıçak sesleri ile alay ettiği insanlar balkonda sofra keyfine devam ediyor,mumların titrek ve neşeli sarı ışıklarında görmeseler de varlıklarını hissettikleri canlarla korkuyu ve yalnızlığı bertaraf ediyorlardı. Ne yapacağın bilmeyerek bir süre sokaklarda ileri geri yürüdü.Sonra tüm o apartmanları gören bir kaldırıma doğru ilerleyerek oturdu. Sükunet kapısını çalmış, o da memnuniyetle içeri almıştı. İçindeki çocuğa bir şarkı mırıldanmaya başladı usul usul.

Gel yine küçüldü saatler
Zor benim işim bilemezsin
kah sana boyanır gözlerim
Kah içimi bulutlar sarar
Can sana bölünür uykular
Ah seni çeker canım işte
Yoksun yoksun kaç gün ya
Vurgun yorgun derbeder
Bir buz gibi kış gecesinde
Bu sokak kedisi yapayalnız
         



Balkonları izlemeye koyuldu.Ev ile yuvanın, kalabalık ile ailenin, angarya ile paylaşımın farklarını seyrederek ayrımsadı. İçinde, inatçı ve haklılığını teslim ettiği bir yan vardı özgürlükten yana olup bedeli ödemeye hazır olan. Ona dahi sevgiyle sarıldı. "Bir gün ben de böyle bir yuva mı kuracağım yoksa sırt çantamı yüklenip demir asa demir çarık mı diyeceğim acaba" diye sordu gönlüne. "Bekle de gör" dedi gönlü "Güzel günler sana gelmez. Sen onlara yürüyeceksin(Mevlana)"
Ne kadar zaman orada kaldı , kendi kendine kaç şarkı mırıldandı bilinmez. Elektrikler geldi,, evler ve sokaklar tanıdk aydınlığa kavuştular...ama o evine gitmedi. aydınlanan ve karanlıktan kurtulan sadece sokaklar ve loş balkonlar değildi. Gönlünde yeni aydınlanan köşedeki karanlığın gidişiyle nefes alışın ve hayatının bundan sonrasında izleyeceği yolun belirginleşmesinin şaşkın yorgunluğuyla oturdu.