evlilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
evlilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Haziran 2023 Pazar

52-Ordu/Ekim Zamanı

 

1987 Üniversite İlk Yıl

Kaç evresi var hayatın, bu kez neresindeyiz bilmiyorum.

Daha bana ait seçimler ve yollar sanki..şaşkın şaşkın bunu görüyorum.

Geçenlerde doğrum günümdü.

Bahsetmişimdir, iflah olmaz bir ikizlerim ben. Doğum günlerim ritüellerle dolu bir ayin adeta.

Bir kere herkesle kutlamam, herkesin kutlamasına da izin vermem.  Ne biri mecburiyetten,adetten bana sarılıp mutluymuş gibi görünsün ne ben  mecburen karşılık vereyim. Yaşam bu kadar kutsal bu kadar güzelken başlangıcı kutladığın gün nasıl böyle kirletilir?

Çocuklarım beni aldı yemeğe götürdüler. Onlar ısmarlayacakmış. Bu,  çocuklarımın elinden  ekmek yediğim ilk gün oldu. Gözleirndeki ışıltı, annelerine yaptıkları eşsiz sürprizden aldıkları hazzın yanacıklarına verdikleri tatlı pembelik başka kimsenin ya da başka hiç bir şeyin  sağlayamayacağı kadar mutlu etti beni. Kalbimdeki haz, avucumda tutabileceğim kadar yoğun ve somuttu.

52 oldum. Her yaşımda hangi ilin plakası diye bakıp kendimle eğlenmeyi adet edindim. Ordu'ya hoşgeldim .Hoşçakal Niğde.



Bir ara  arkadaşlarım iş hayatından başka bir şey konuşmaz olmuştu, bir ara arkadaşlarım evlilikler ve sorunlarını konuşmaya başlayınca flört muhabbetinin abartılı  saçmalıklarını özleyeceğim günlere geldiğimi anladım. Bir ara arkadaşlarım hamilelik ve bebek muhabbetine başladı. Sonra okul , terfi  filan. "Bensiz maça filan gidemez aaaaa evlendik biz her yere birlikte gideceğiz" gibi bana saçma gelen evlilik krizlerindense bebeklerimizi  konuşma dönemini çok sevdim. Yok gliserinli sabun ile mi yıkasak yok  organik bezelyeyi aldım haşladım'lar filan...paletim renklerle dolmuştu ve her gün yeni bir resim yapıyorum. Bebeklerim olmasını, hayatın o dönemini  her günü ile çok sevdim.



Sonra o  - bu - şu derken şimdi emeklilik, emeklilik sonrası iş hayatı ya da yapılacaklar hatta çocukları evlendirmekten konuşanlarla doldu her yeri dostluk localarımın. Kendimi yalnız hissettim. Sanki güle oynaya güneşli bir patikada koştururken birden yol arkadaşlarım serin gölge diye ağaçların altına atıyor kendini.  Uzayıp giden o neşeli patikaya bakıyorum ve yola devam etmek istediğimi düşünüyorum.



Şu son seçimden beri sosyal medyaya girmiyorum. Zamanımı ve enerjimi "yalana" yeterinden fazla ayırdım. Gerçekten bir arınma süreci gibi bir şey . Herhangi bir siyasi parti ya da şahsın adını duymak, haberdar olmak istemiyorum. Bünye kaldırmıyor. İçimdeki sakin hanımefendi yerini ağzı sinkaflı küfür dolu bir sosyopata bırakıyor. Her ne kadar o küfürler, tüm o siyasilerin hak ettikleri içeriği kapsasa da  ben böyle biri olmayı, suyumu kirletmeyi hak etmiyorum. Dönüştüğüm kişi..inanılmaz oluyor hehehe :-)




Yaşamın bu döneminde , yaşanan yıllar içinde isteyerek ya da istemeyerek ardında bıraktığınız bir çok kişiyi ve şeyi düşünüyorsunuz. Kimi fırtına bora ..yanınızda kalıyor, kimi " "namaz kılmayın"  yazıyor ayette" diyenler gibi yarısını duydukları cümlelerin tamamını öğrenmeye niyet bile etmeden çekip gitmiş hayatınızdan.Düşünüyor, hatırlıyor, bir daha  düşünüyorsunuz. Affetmeyi her gün yeniden deniyorsunuz.


Ebeveynlerinin cenazelerinde rastlaştığınız eski dostlarınızın, nikahına katılıp kırkırdadığınız o  gencecik insanların sakallarındaki beyazlara, Adalarda koştur koştur gezdiğiniz dostlarınızın  MS oluşundan haberdar olmadığınız için yürüyüşündeki  bozukluğa, "sıfır beden oldum" diye hava atan arkadaşınızın şimdi sarkan göbeğini  gizleyen kocaman bluza...es verdiğiniz her  dostluğun yeni resmedilmiş haline şaşkın,ürkek,sevecen bakakalıyorsunuz. 



Sonra yürürken bir vitrin camında "alışkın" gözle bakmayı bir kenara bırakıp kendinizi seyrediyorsunuz. 




Göbek,saçlar vs önemli değil de gözlerde o muzır bakış var ya..gülüşü ile ışıltısını kaybetmemeli insan. Sevecen bir kabullenişle gülümsüyorum yansımama..her şey yolunda.


Kırmızı hala en sevdiğim renk mavi eğer elimin altında yeşil de gözümün önünde ise.


Ektiklerini biçme yılları.

Hala ekecek vakit varken fark ettiğime şükür :)

9 Şubat 2018 Cuma

Fifty Shades Freed - Özgürlüğün Elli Tonu




 Özgürlüğün Elli Tonu
Bugün ilk seansına gittim. 😁

Selin'e " artık 18 oldun gel beraber gidelim" dediğimde huysuz ve onaylamaz bir bakış attı bana.
Evden çıkarken de "çok eğlenme" diye annesinin muzurluğuna atıfta bulunan bir seslenişle yolcu etti.

Öncekilerden deneyim edindim, arkalara yakın oturmak şöyle dursun neredeyse en öncen yer satın aldım.

Filmin açılış sahnesi hayalleri süsleyen bir düğündendi. Muazzam bir  gelinlik, güllerden oluşan estetik anlamda neredeyse kusursuz bir duvar ve zengin -seksi-yakışıklı-genç bir koca.Birbirine aşık bir çift, nezih bir topluluk filan.


Kitap güzel sadeleştirilmiş ve bu sefer "50 ton" kısmına "daha sık- daha  hızlı" yer verilmiş. Ana filmde , ilk  filmdeki çekingenliğini hayli atmış..hatta coşmuş gidiyor bile diyebiliriz.


Film, kitapla örtüşüyor , uyarlamayı bir hayli beğendim gerçekten. Kostümler, mekanlar, eşyalar ve bunlara ait vurgular sizi sizden alıyor. Mr Grey'in  birlikte yaşamak için satıl aldığı ev hayalleri yoksul  gösterecek kadar güzel bir gerçeğe ait. Filmde bir süre o evi ve gerçekten orada yaşamanın nasıl bir şey olacağını düşünüyor insan.

Anastasia'nın  kocasına net şekilde sahip çıktığı ve tereddüde mahal vermeyen netlikle dişlerini gösterdiği sahne hoşuma gitti. Bizlerin ne kadar lafın arkasına sığınıp ikincil anlamlarla duygu ve düşüncelerimizi ifade ettiğimizi sorguladım. Net olmak lazım şu hayatta,  örnek alacağım.


Mia'nın kaçırılması ve kötü adamın nasıl hastalıklı bir kötü adam olduğu sahneleri de kısa ama vurgulu.


Bütün masallar evlilikle ve aşıkların birleşmesi ile sonlanır. Ben hep sonrasını düşünürdüm. Ya bebek olunca?? Hani Türk atasözüdür "evlilikte kavga bebek olunca başlar" derler. Filmde buna da yer verilmiş ve bir bebeğin varlığı hayatı-kendinizi ve size ait insanları affetmek konusunda kocaman bir pencere açabilir sizlere kısmında kafamın içindeki sorularıma cevap veriyor aslında.

Filmin kimi müziklerini de hayli beğendim.Cebime indireceğim en az 1-2 müzik var oradan almam gereken.


Yine çığlık atan kızlar ve sinema salonunun en arkasında filmin bittiğini fark edemeyecek kadar kendinden geçen çiftler ile birlikte izledim filmi.

Aşkı hatırlamak ve bu kadar bunaltıcı ülke gündeminde her şeyin harika olduğu bir masalı izlemek bana iyi geldi.

Siz de gidin derim  dostlar.

6 Şubat 2018 Salı

Abi'me...

Abim (tık)


Erkek kardeşlerinizi evlendirmeyin
Kaybediyorsunuz!

O geri dönecek olsa bile
Bakıyorsunuz
Siz kalmamış oluyorsunuz!



Eskidendi Çok Eskiden



Hani erken inerdi karanlık, 
Hani yağmur yağardı inceden, 
Hani okuldan, işten dönerken, 
Işıklar yanardı evlerde, 
Eskidendi, çok eskiden. 

Hani ay herkese gülümserken, 
Mevsimler kimseyi dinlemezken... 
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken, 
Eskidendi, çok eskiden. 

Hani hepimiz arkadaşken, 
Hani oyunlar tükenmemişken, 
Henüz kimse bize ihanet etmemiş, 
Biz kimseyi aldatmamışken, 
Eskidendi, çok eskiden. 

Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken, 
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden, 
Daha biz kimseye küsmemiş, 
Daha kimse ölmemişken, 
Eskidendi, çok eskiden. 

Şimdi ay usul, yıldızlar eski 
Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden 
Geçen geçti, 
Geçen geçti, 
Geceyi söndür kalbim 
Geceler de gençlik gibi eskidendi 
Şimdi uykusuzluk vakti



21 Şubat 2017 Salı

BÜYÜ



Gerçek tüm öykülerdeki gibi isimleri değiştiriyorum:

Ağlamaktan gözleri küçülmüş, yüzü sırılsıklamdı.

Harem'e bakan bir tepede çay içiyor ve mainin tonlarının birbirine karıştığı o nefis manzarayı görmüyorduk bile. Dostumu çok seviyor olsam da  saatlerdir bitmeyen yinelemelerinden ve mantığa sığdıramadığım ilişkilendirmelerinden bayılmak üzereydim.Yine de yılların hatırı vardı, sessizce çayımı yudumlayıp dinlemeye devam ettim.

-Sana bişi diyeceğim..dedi en sonunda.

Dalgın dalgın ufka bakmayı sürdürerek "yes?" dedim.

-Ertan'a büyü yapıldı. Bunun başka açıklaması yok bak sabah beri anlatıyorum sana adama bi hal oldu.

Bitse de gitsek modundaydım.

-Büyü..tabii..dedim.

-Ben bir hoca buldum,  methede methede bitiremiyorlar. Herkesin derdine deva olmuş, bir giden kapısından ayrılamıyormuş.

Kınamaktan çok uzak baktım gözlerine. Çaresiz ve mutsuzdu biliyordum.

-Eeee?

Biraz sıkılarak başını eğdi:

-Ona gideceğim ama korkuyorum tek gitmeye. Bizim çevrede yok böyle şeyler biliyorsun. Senden başkasına da açamam durumu.

Başıma geleceği anlamış efkarlı efkarlı çaya bakıyordum.

-Sen de benimle gelirsen gidebilirim.

Suskunluk pırıl pırıl yaz havasında neşeyle ötüşen kuşların, sarı sıcak güneşin verdikleri ile uyumsuz-tatsızdı.

Hala ıslak yanaklarına ve bir zamanlar ışık saçan gözlerindeki umutsuzluğa baktım.

Arkadaşım da olsa giderdim. Kaldı ki  dostumdu.

-Peki..dedim.

Meğer çoktan randevular alınmış, öyle tereddütsüzmüş benim rıza göstereceğimden. İçten içe memnun oldum bana bu kadar güvenmesine. O da beni kırmaz hiç bir şey için bilirim. Hayatta yalnız bırakmayacak dostlar edinmişim diye düşündüm. İçim sıkkındı, kendime moral vermeye de çalışıyordum bir yandan.

Üsküdar'da, dar merdivenleri olan, cephesi mezarlığa bakan aralardan birinde bir eve çıktık. Kuntakinte duruşumu almış, ödümün patladığını  belli etmemeye çalışıyordum. Evden içeri girerken bir çok beklentim ve bunlara  paralel savunma stratejilerim vardı. Ama asla gördüklerime hazır değildim.

Ev, az eşyası olan kutu gibi  bir yerdi. Az evvel çamaşır asılmış, kokusu  hafiften ortama dağılmıştı. Sağda solda ilkokul öğrencisinin ödevini yaparken ortada unuttuğu kitaplar, çerçeveli aile fotoğrafları vardı. Hani alt komşuya çaya inmiş gibiydik. Kesinlikle herhangi bir aile eviydi.



Müzeyyen Hoca sakız gibi bir başörtü ile çıktı içerki odadan. Son derece güler yüzlü idi. Benim kuntakinte halimi görmezden geldi, nezaketle elimi sıktı. Direkt konuya girildi ve dostum Ertan'nın nasıl da büyülü olduğunu, evliliğinin bitmek üzere olduğunu, mutsuzluktan ölmek üzere olduğunu,kavgaların ardının arkasının kesilmediğini bütün sabah dinlediğim ne varsa hepsini ama hepsini yine ağlama krizleri eşliğinde Müzeyyen Hoca'ya anlattı. O da dostumu  sağlam bir psikolog edası ile sözünü kesmeden, arada hım hım'layarak ve zaman zaman omuzlarını sıvayıp teselli ederek -anladığını  belli ederek dinledi.

Anlatım bitince içeriden Kur'an-ı Kerim aldı geldi. İçinden dualar okudu. Kimisinin türkçesini bize açıkladı. Arada çocukları geldi "anne biz çıkıyoruz okula" dediler, onları öptü yolcu etti . Bize hiç bir şey ikram etmemesini de mahcup bir gülümseme ile "sonra içinde bir şey var sanıyorlar, buraya gelenler biraz farklı" diyerek özetledi.İlk defa sempati ile baktım yüzüne. Kadıncağız neler yaşamış olmalı diye düşündüm.

Birbuçuk saat orada kalmışız. Dostum "bana vereceğiniz bir şey yok mu" dedi sadece dua ile yollanmanın hayal kırıklığı içinde. Müzeyyen Hoca "ben Allah'a inanırım, sen de inan. Dua ettik, niyaz ettik derdini açtık. Sen de söylesen duyan o, ben de söylesem duyan o.Ötesinde kimden ne bekleyebilirsin ki" dedi. 

Dost sıkıntıyla başını eğdi. Mantıken hal verse de mantıkla yatışamayacak kadar ayaktaydı duyguları,umutsuzluğu.

"Bak" dedi Müzeyyen Hoca "seni bir hafta sonra yine bekliyorum. Sevgi ve sabır bildiğin tüm büyülerden üstündür. Kocan sana her bağırdığında -seni seviyorum- de. Kocan sana her kızdığında sabret sus. Her akşam  yatarken ve her sabah kalktığında ona sevgini hatırlat. Yeni evlisiniz ve aklınız karışmış; birbirinizi sevdiğinizi ben görüyorum siz görmüyorsunuz. Bu dediklerimi yap, bu da senin büyün olsun." Dost umutla baktı yüzüne, halâ bir şeyler bekler gibiydi. "Ben uzaktan okuyacağım, kontrol edeceğim ama dediklerimi eksiksiz yapmalısın" diye sırtını sıvazladı,eline de bir muska tutuşturdu  Müzeyyen Hoca.

Çıktığımızda her cümlenin her kelimenin üzerinden heyecanla geçtik. Ben beklediğimden çok farklı bir sabahın şaşkınlığı, o ise yeni büyünün heyecanı ile dopdoluyduk. Bir hafta sonra orada buluşmak sözüyle ayrıldık.

Müzeyyen Hoca yine sakız gibi bembeyaz bir baş örtüsü ile açtı kapıyı.  Camları siliyormuş, bitmek üzereymiş;  iki dakika beklememizi rica etti.

Dostun yüzü gülüyordu. Hafta ortası Müzeyyen Hoca onu arayıp "diklenme demedim mi ben sana" diye uyardığında kavga etmek üzereymiş. "Az kaldı her şeyi bozuyordum" diyordu neşeyle. Gözlerini Müzeyyen Hoca'dan alamıyor, ağzının içine bakıyordu. Ben ise kunta'yı indirdiysem bile kinte'yi muhafaza ediyordum. Öylesine tepkiliydim ki bu tür şeylere aslında, gardımı indirmem mümkün değildi.

Bu kez çay ikram edildi.

Her şey  yoluna girivermişti bir haftada. Ertan sakinleşmiş, fırtınalar, tayfunlar yerini sert rüzgarlara bırakmıştı. Bu yolda devam edilirse tatlı meltemlerin okşadığı  akşamlar yakındı, bunu hepimiz görebiliyorduk.

Müzeyyen Hoca bir kez daha "unutma,  sevginin sabrın büyüsü her şeyden üstün. Dileyeceğini Allah'tan dile, kişileri sokma bir daha araya" dedi. Sonra muskayı geri aldı, içini açtı. Sadece "bismillahirrahmanirrahim" yazıyordu. Bakakaldık yüzüne. Gülümsedi. "Daha büyük bir cümle bilmiyorum, evrenin yaradılış sırrıdır bu..size mi derman olmayacaktı" dedi.

Saygıyla başımı eğdim.

Bir kaç ay sonra oradan geçerken baktım camları boş. Dosta sordum, taşınmış gitmiş ama kimse bilmiyormuş nereye gittiğini.

Çay ikram ederken tereddüt etmeyeceği insanların arasına gitmiştir belki de...

Bunca kara,kötü,sapkın,iğrenç,aşağılık,menfaatçi insanın arasında sakız kadar beyaz kalabilmişler de var..unutmamak lazım.

15 Aralık 2016 Perşembe

Ahlaka Mugayir


Herkesin hayatında bir "o" olmuş olmalı demişti bir can dostum yazışmamız esnasında.

Diğer can dostlar da onaylamıştı gülümsemelerinde bir hazin , saklı karanlıkla.

Zamanın savurmasıyla yapılmış bir sürü seçim. 

Kimi gençliğine güvenmiş kimi zamana kiminin güvenecek bir şeyi bile yokmuş;yapması gerekmiş yapmış.

Sonra,  aşk yıllar sonra geri gelerek  yarım kalan cümleleri tamamlatmış.

İşim icabı huzurevine gitmiştim.Bir çift vardı oarada. Öteki huzurevi sakinleri şikayetçi olmuşlar "ahlaka mugayyir " hareketlerden dolayı bu çiftten. Gülümsedim duyunca. 80 üzerinde ahlaka mugayir bişi yapıyorlarsa alınlarından öpecektim elbette. Ar damarım çatlamış değildi ama kalbim de makina yağı ile değil kan ile  çalışıyordu. Hanımteyze 80'lerindeymiş. Şizofrenmiş. Amcabey ondan biraz büyükmüş. Alık olmuşlar. Amca, kızı ailesinden istemişse de aile kıyameti kopartmış. Huzurevi sakinleri ise bunların elele oturmalarından rahatsızmış. evet ya, elele oturuyorlarmış her zaman. İnsanlar rahat bırakmayınca, salondaki büyük süs bitkilerinin ardına saklanıp başbaşa kalmaya çalışıyorlarmış.

Aşk, bildiğim hemen her şeyden daha üstün dedim. Şapka çıkarttım.


50'li yaşlarda gençlik aşkını gördüğünde yüzü pırıl pırıl oluyorsa bir kadının ve gençlik aşkı onca senenin üzerine gerçekleşen bu karşılaşmada tüm kalıp doğrularını  çiğneyerek özlemini dile getiriyorsa öldürür beni 3. tekil şahıs olarak kalması. Suçlu hissetikleri için üzülürüm. Bir süre sonra her kes evine ve çocuklarının başına dönecekse, hayata bir pause yapıştırıp yarım kalan cümlelerini "ahlaka mugayir" olmaksızın tamamlamamalı mı insan? Yaftalamayın, kızmayın. Artık oluşmaya başlayan o yüz çizgilerine sinmeye başlamış yorgunlukları nasıl da bir  anda alıp götürüyor o aşk, şaşar kalır tüm toplum kurallarına lanet ederdiniz görebilseydiniz.


Eşi vefat edince gençlik aşkının da eşi vefat etmişken birbirini bulup evlenen iki kişi tanıdım ben.Kadıncağız şen şakrak  çeyiz düzüyordu biraz da durumla eğlenerek.

Aşk yarım kalan cümleleri geri dönüp tamamalamazsa ne yalnız kalır, kuruyup katılaşır o gönüller kim bilir.

Urfa'dan İstanbul'a dönüşümde yanımda çok tatlı bir hanım oturmuştu. Eşinden bahsederken onun vefat ettiğini öğrenince "ah çok özür dilerim, bilemedim sizi üzdüm" diye feryat ettim. Kadın bana baktı bir süre suskun. Sonra kararlı bir sesle "oh olsun" dedi "öldü de kurtuldum. İyi bir insan değildi. O beni sevmedi, ben de onu sevmedim. Öldüğünce o kadar sevindim ki sonrasında hayatta hiç bir şeyden şikayet etmedim". Dona kaldığımı  görünce yumuşadı bakışları. "çok gençsin, besbelli ki aşıksın da.Sen kendi hikayeni yaşa, benim hikayem böyleydi sadece" dedi. O kadını da , kurtuluş müjdesindeki derin soğuk öfkeyi de hiç unutmadım. 



Sadece Zeynep'imi bilirim ben. Yıllar sonra birbirimizi bulduğumuzda kocasını  genç yaşta kaybettiğini öğrenince "neden evlenmiyorsun ki" dedim yüzyıllardır süren ve birbirimizi  en özel snıfına koyduğumuz dostluğumuza sığınıp. "Çok sevdim ben onu Kadriye" dedi bana. "Başkasına kocam diyemem,  başkasının  eline elimi değdiremem" . Bilirdim dostumun saf tertemiz içtenliğini. Yalnızlığına içim yandıysa da sevmiş ve sevilmişliğine sevindim çocuklar gibi. 

Biz , herhangi birisinin "O"su olduk mu bilemem.
Dünyanın neresinde saçma sapan kötülükler olursa olsun.
Bir yerlerde de iyilik ve aşk hüküm sürüyor.

16 Kasım 2016 Çarşamba

Kayıp İlanları


En çok gülüşünü kaybedenlere acımak lazım belki.
Kıvırcık saçlı olup gülüşünü çocukluğunda bırakan evli barklı müdür adamlara mesela..biraz kızmak biraz acımak.
Yok yok, kimseye laf attığım yok. 
Azcık sinir olmuşsam demek vurdumduymazlığına insanların
Çocukluğunda tadından yenmezken büyüdüğünde "evlibarklısuratsızgillerdenadam "olanların.


Hala dik tuttuğu kuyruğuna çan bağlamışlar  ama haberi olmamışlar var bi de.
Çocukken siyah çerçeveli gözlüklerinin ardında gözlerinin gülüşünü sevdiğiniz can dostlar.
Çocukluğunu gelecek endişesiyle yoğurduğu kalbini şekillendirirken çamura düşürüp toza bulamışlar.
Ama hala eskisi gibiyim değişmedim ayağında olup hanım boyunduruklu bitmek tükenmek bilmez vefa ödeyenler.
Tanımadım hiç öyle birini
Tanısam, çocukluk günlerinin hatırına yer yutarım karısının  kabalıklarını, kendisinin varım zannediş çırpınmalarını.
Ama öküz oturur içime
O başka

İlk gençlik yıllarının  herkese aşık olanları vardır bi de. Ne Harran Ovası kılıklı yürektir onlarınkisi. Herkesi alır içine, herkese verir kendinden hem de hiç eksilmeden.
Sonradan kimyasal katılırsa toprağına verim düşer, çoraklaşır.
Yanlış evlilik yapar, apışır kalır.
Hala gülümser gülümseyeceğine yemin etmişcesine ama karşılık verilmesi mümkün değildir öyle acı bir gülüşe.
Kendi dünya güzeli gibi sürekli kusur gördüğü şeylerden dem vurur olur zamanla.
Kıyamazsınız bu canı yanmış odunu bir kere de siz kırmaya
İyi ki öyle arkadaşlarım yok.
Acısını acım bilir, kırmızı gonca gülleri öksüz bırakan acemi çapkın için ağlardım sonra.


Hele aşkından hastalıklara tutulmuş olanlar var ya o ilk gençlik yıllarında. Alırlar sevdikleri kızı sonra boşar bi daha alırlar sonra bi daha boşar bi daha alırlar. Gemi iskeleye çarpa çarpa kendini de harap eder iskeleyi de viraneye çevirir. Bi bakarsınız ne çocukluk ne gençlik kalmamış eskiden yumuşacık olan sesinde nefesinde. Çelik dişleri olan har har har  her şeyi direkt söylemeyi medeniyet sayan bir yönetici amca olmuş çıkmış.Evrim mi devrim mi  bu her neyse "nalet" olsun der, topuklar gidersiniz. Onun ardında bıraktıkları ile sizin ardınızda bıraktıklarınız eski kartposttalar kadar yumuşak çizgili sevecen bir çocukluktur ama ağzınıza almaya cesaret bile edemezsiniz.

Şükür hayatımda öyle birileri , akrabam da olsa yok.
İsmail Abi gibi "o gemi bir gün gelecek" diye boş ufuklara el sallaya sallaya dururdum yoksa limanlarında.


Hiç erkek evlat istemedim ömrümde. 
Oğulların evlenmesi aileye  gelin getirmiyor
Oğlan gidiveriyor  çok istisnalar hariç  görüp gördüğümce




10 Eylül 2016 Cumartesi

Sır

Sır tutmayı iyi bilirim.
Hatta, çok zaman tepki alacak kadar sırdaşımdır. Biliyordun söylemedin'lerle çok dost kaybettim.
Ama sır,kutsaldır.
Kimi zaman bedeli ağırdır.
Kimi zaman yükü,bedelinden ağırdır.

Gerçek hayat öykülerinden bir kesit var sırada yine
İsimler değişmiş,öykü gerçek.

 

  Karı - koca ikisi de arkadaşımdı. Diğer çiftte ise hanım yakın arkadaşım,eşi ise hanımından dolayı tanıdığım ve sohbet ettiğim herhangi biri. Hani nitelik zengini ve coşkuyla dost olmaya çalışacağınız türden biri değil. Varlığı zararsız, sohbeti su gibi berrak ve nötr..belirgin bir tadı olmayan.

İlk çift Ayşe ile Ali olsun.
Hanımı arkadaşım olan çift Banu ile Yavuz olsun.

Ayşe ile Ali büyük bir aşkla evlenmişler. Ben, o zaman tanımazdım onları sonradan tanıdım. Tanıştığımızda da sıradan sayılacak bir çift değildiler. Kavgaları şiddetli,barışmaları UNESCO ödülüne layık olurdu. Gezmeyi çok seven, bir paket sucuk alsalar 7 düvel dostlarını davet edip bunu şölene çeviren kişilerdi. İnsan severdi onları tüm beceriksizlikleri ya da saçma aile kuralları,dengesizlikleri ile. Bir gittiğinizde elinde Kur'an gözyaşları içinde okurken diğer gittiğinizde balkonda bira şişeleri arasında kahkahalar atarken bulmanız olası idi. Severdim birliklte yaptığımız her şeyi. Kocası ile birbirimizin omuzuna gülmekten gözlerimizden yaş gelmiş halde yığıldığımızda Ayşe'nin kıskanma olasılığından ürkmez hatta aklıma bile getirmezdim. Ya da Ayşe ile saatlerce fısır fısır bir köeşede konuştuğumuzda "açım lan bırakın dedikoduyu nedir saatlerdir oradasınız" diye bağrınan Ali'ye aldırmazdım. Keyifli anlardı her zaman yaşantıya kattıklarımız.

Henüz sırlar yoktu.


 

Banu gençlik yıllarında çabuk bir karar ile Yavuz'u almıştı nikahına. Yavuz, biriktirdiği idealleri idi onun. Yavuz ağır abiydi. Yavuz , belli bir siyasi camiada adı geçendi. Yavuz gülerken bile saygı ile dizlerinizi birleştirip dik otururdunuz.Yavuz riskli cümleler kurmazdı. Yavuz hep doğru yerde doğru şeyi yapar, içinizden ettiğiniz küfrü bile duyar gibi yüzünüze sakin-ifadesiz bakardı.Banu deliydi. Sevişmesi bile çığlık kıyamet bir kadındı. ..duyardınız yani :-) Yüzünde daima bir gülümseme olur, her an gülmeye hazır ifadesi ile sizi dinlerdi.

Çok gülenin derdi çoktur aslında derler.
Doğrudur.

Banu ve Ali, firmalarının dönemlik bir iş  anlaşmasında tanıştılar. Ortak tanıdıkları yani ben çok sevindim çok güldüm bu işe. Ayşe derhal olaya dahil edildi. Banu-Ayşe-Ali-ben okey masalarından kalkmaz olmuşken Yavuz da kısa süre içinde tüm duru doğruları ile -siyasi çizgileri çok uyuşmasa da" bu büyülü akışa dahil oldu.

İş bitti, muhabbet devam etti.

Henüz kimsede çocuk yoktu. Sabahlamalar, 51 partileri, patates kızartmasına tavla turnuvaları bizim işimizdi. Ayşe dik,herkese meydan okuyan ve genelde de (hele tavlada) kazananken Banu onu hayretten kocaman açılmış gözlerle izleyen, erken evliliğinde Yavuz'un ağır suskunlukları altında nasıl şekillendiğini gören-fark eden oldu. Banu, kısır-çay-iki dilim kek tabakları hazırlayıp servis eden ve kimseye mahal vermeden kendisiyle dalga geçen, Ayşe ise dekoltesinden taşmış memelerini hoplata hoplata taklitler yapıp her zamanki gibi kendi kurallarının  dikliğinde ortama renk katandı. Ali, yoğun iş temposu sonrası bazen stresli ve kavgacı, Yavuz gerektiği gibi davranıp gerektiği gibi susan...

Ne zaman fark ettim, ne zaman başladı bu sır hatırlayamıyorum. Banu'nun iri ela gözlerinde hüznün koyu gölgesinde bir fısıltı oldu ilkin. Başka bakıyordu. Belki, Ayşe'nin Banu'ya her zamanki teklifsiz takılmalarının birinde hep aynı haki renkli blüzu giymesinden dolayı yaptığı  şakalar ve ikisinin kahkahaları ile ayıldım önce. Fark etmemiştim Banu'nun hep aynı haki bluzu giydiğini, dikkat ettim o dakika. Neden diye düşündüm bilmezliğin tüm masumiyetliyle.  Sonra, bu tür takılmaları devam ettiren Ali'nin bariz bir şekilde televizyonla ilgilenip onları duymazdan gelişi. Yavuz'un hafif çatılan kaşları ( o da benim gibi o an fark etmişti haki renk bluza verilen kutsanmışlığı).

                               

Sonrasında ahmakıslatan kıvamındaydı belirtiler. Varlığını farkındaydım ama önemsemiyordum,emin olamıyordum. Sizin kalbinizde-aklınızda olmayan şeyi algılamıyor beyin belki ,hani öncelik vermiyor görse de. Ama bir an geliyor...görüyorsunuz .

Banu açıldı bana önce. Temkinli. Azar azar. Tepkimi yoklaya yoklaya. Korka korka ama artık içinden taşanı besbelli ki tutamaya tutamaya..

                       

Yavuz ile evlenmesinin hata olduğundan bahsetti. Onu yine de çok sevdiğini,elbette onun iyi bir insan olduğunu ama kendisinin bu her şeyin yerli yerinde, sınırların kuralların içiçe geçtiği evlilikte mutsuz olduğunu anlattı laf arasında örneklemeler ile muhabbet edercesine. İlk kar tanesi düştüğünde çığın oluştuğunu görebilecek kadar farkındaydım artık her şeyin. Aşk ile öksürük gizlenemezmiş. Banu da bir iki yoklama sonrasında daha fazla gizleyemedi aşık olduğunu. Haksız görmüyordu kendini. O kadar aşıktı ki her şeyi hak görüyordu kendilerine. Ayşe'yi ya da Yavuz'u üzmek ihtimali ise yaşayabieceği tüm utançlardan ağır basıyordu. Çünkü içinde coşkusu her gün artan aşkın nağmeleri Yavuz'a sorumluluğunu-vefasını,Ayşe'ye duyduğu sempatiyi yok etmemişti. Ayşe de Yavuz da iyi insanlardı ama eşleşme yanlıştı ,bütün mesele buydu Banu'ya göre. 

Bana verilen sırrın ağırlığı beni ezmişti. Bir araya geldiğimizde ne yapacağımı şaşırıyordum. "Neden" sorusu, o yaşlarımda da diğer her şeyden çok cezbediyordu beni. Ali'nin yoğun iş temposu ile şekillenen-değişen ruhunun Ayşe'nin dik-minnetesiz kişiliğinden yorulup Banu'nun duygusal-hüzünlü-desteğe ihtiyaç duyan kadınsılığına çekildiğini gördüm. Yavuz'un kuralcı,düz,ölçüsü şaşmaz kişiliği ile ezilen Banu'nun kurgulanmamış cümlelerin heyecanlı akışına, "yarın Cumartesi uyuruz Cuma akşamı sevişme günü olsun"  mantıklı duygusuzluğundan heyecanlı dalgalanmalara, karşısındakinin en sevdiği renk olan haki renge ait bir şey giydiğinde söylenen övgü sözleri ile farkedilişe gönlünü kaptırdığını ve zamansız yağan yağmurla tomurcuklar açan bir tohum gibi günden güne varoluşunu ortaya koyduğunu gördüm.

Ayşe hiç bir şeyi farkında değildi. Ali 'nin değişimini , hayatın olağan akışında olası bir ihtimalin gerçekleşmesi gibi görüyordu. Açıkçası, benim başımın artık hep yere eğik olması ve suskunlaşmam onu daha fazla ilgilendiriyordu. Öyle doluydu ki beyni -kalbi -enerjisi; ya üzülürse diye düşündüğümde kendimi aptal hissediyordum.. Yavuz ise ürkütüyordu beni. Ne yapacağımı bilmiyor ama sır'ra boyun eğiyordum.

                     

Aşk bana göre dinlerden bile üstün bir şey. Hele o yaşlar,duyguların şiddetinin sınır tanımadığı yaşlardı. Aşk, her şeyi  hoş görmeyi getirebilirdi ama yalan.,işte o  o kadar nefret ettiğim bir şeydi ki, aşk dahi yalanı haklı kılmıyordu benim gözümde. Evlilikte aşk ölebilirdi, başkasına da aşık olabilirdi insan ama verilen söz vardı. Eşi haksız ve kötü de olsa,ona  bir şeylerin bittiği söylenmeden yeni bir ilişkiyi gizli saklı yaşamak aklıma-kalbime-doğruma sığdıramadığım bir şeydi. Başkasının doğrularına saygı duymam gerektiğini düşünüyor ama kendi doğrularımı bunca ezip bir yalanı saklı tutmak beni mahvediyordu.

Sır bana ağır geldi.

Her şey ortaya çıktığında Yavuz Banu'ya bir tokat atmıştı. Banu korkmuş,yine de aşkına sahipo çııkmıştı. Ayşe'nin ilk sorusu "kim biliyor ve neden" oldu. Kim biliyor kısmında benim adım geçince de beni asla affetmedi. Neden kısmını Ali ile haftalarca tartıştılar,avaz avaz sorulara fısıltıyla verilen yanıtlarla doldu bir zamanların neşeli odaları.

Ayşe,intikamını kendi gibi alev alev aldı. Ali'yi hemen,derhal ve tereddütsüz boşadı. Daha "pişman olur muyum" sorusu sorulmadan, oldukça kısa bir süre sonra da yeniden evlendi. Evliliği öyle sanıyorum ki "düşünürsem patlarım,düşünürsem bir daha yapamam" gibi bir güdüsel tepki ile alelacele,rastgele biriyle yapılan bir evlilikti.

Ne Ali'yi ne beni affetmedi. İkimizle de bir daha asla konuşmadı.

Ali, uzun zaman ne yapacağını bilmez dolandı serseri mayın gibi. Ayşe,nafaka ya da ortak alınan evin yarısı gibi ayrıntılara dahi tenezzül etmemiş her şeyi arkasında bırakıp gitmişti. Ali önce özgürlüğün tadını çıkardı.Bir çok sevgilisi oldu. Sonra,parasına aşık yaşca hayli küçük bir kadınla kaldı. O kadar içiyordu ki ,başarılı olduğu işinin verdiği kibri ile alkol kokusu birleşince hayatına girenler de menfaati aşka tercih edenler oldu hep. Yeni işlere yelken açtı. Bilboardlarda adını gördüğümü hatırlıyorum. Aramızdaki dostluk, sessiz bir sözleşme yapılmışcasına soldu ve yok oldu. Ben onu yargılamıyordum ama o beni gördüğünde ya utanıyor ya acı çekiyordu. Görüşmez olduk.

Banu dik durdu.Haklıydı kendince. Sözünden geri dönmedi, Ali olsun olmasın artık Yavuz ile olamayacağını net bir şekilde beyan etti.

Ama intikamın en kötüsü Yavuz'dan geldi.

Banu'yu affetti.
Boşamadı.
Sabretti.
Şimdi iki çocukları var kız Yavuz gibi sessiz derin, oğlan Banu gibi deli dolu.

                                    
                 

Yavuz yorum yapmadı, dillendirmedi benim yanımda bu olanları. Saçlarında erkenden beliren beyazlar ve bir daha hiç görmediğim gülüşünün yokluğu ile  ağır abiliğe devam etti.Ama biliyorum ki o da beni affetmedi.

Banu ile dostluğumuz devam ediyor.

Aradan yıllar geçti. Şimdi, bugün iki çocuk annesi bir kadın olarak geri dönüp baktığımda "doğru neydi" diye sorduğumda hala karışık cümleler kuruyor beynim.

Sırra saygı, insanların yaşamlarına ve doğrularına saygı ...
Ama evli olduğu insana söylemeden yaşanılan ilişkiyi-yani affedilmez bir yalanı korumak??? 


Ki bana verilen sır değilse bu, her şeye rağmen müdahil olduğum olmuştur pek çok kere (tık-aşk sınır tanımaz..mış)

Müsterih değilim.
Ama bugün olsa,sanırım yine susardım
Ve sorardım kendime "ben kimim"

Kimse bilmez,kimse bilmez.