ergen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ergen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Mayıs 2018 Pazar

Deadpool 2


Bir süre ara verdim şu Cumartesi sinema keyiflerine. Hani mübarek taşeron kanunu ile emekliliği hak etmiş olmamdan dolayı işsiz kaldım ,o biraz gerdi beni yalan yok. Hayatın akışı ve öncelikler değişiveriyor böyle bir sebep hasıl olunca.

Ama şimdiki adı her neyse TEOG-SBS- vır vır zır zır vs vs vs, benim minik Nehir'im o sınava girecek ve her ne kadar biz" takma kafanaa" desek de sistem ve okul gerim gerim geriyor minik burunlu prensesimi.

Gevşemesi lazım dedik elbette. Bugün günlerden Nehir'di. Önce Galatasaray'ın anlı şanlı galibiyetini kutlamak için GS Store'a uğradık ve ona bir şampiyonluk t-hsirt'ü aldık. Ardından da  Deadpool 2'yi çok istediği için direkt o filme gittik. 15 yaş sınırı biraz sorun yarattıysa da utanılası bir şekilde bunu aştık vee sinemaya girdik.

Bu tür bir Marvel'a daha evvel hiç gitmemiştim.



  
Hani eğlenceden öldüm desem yalan ama Nehir'in kahkahaları, arka sıradaki beylerin kırkırdamaları ile havaya girmem de zor olmadı ne yalan söyleyeyim.


Oyuncular: : Ryan ReynoldsJosh BrolinMorena Baccarin,Julian Dennison,Zazie Beetz

Bildik tanıdık kahramanların deforme ve karikatürize edilmiş halleri ile neticede "sevgi " mesajı veren bir aile filmi Deadpool 2. Hani mana bakan gözde imiş ya, filmdeki  şiddet sahneleri (ki onlar bile komikti aslında) bir yana kalırsa ana mesaj sevginin önemi, karmanın belirleyiciliği ve her zaman asıl belirleyici olanın zaman oluşu idi.


Kahramanların hepsi birbirinden renkli kişilikleri takdire şayan bir eğlenceli dil ve bol argo-küfür ile izliyorsunuz.


Belli başlı yerlerde kahkaha attım. Özellikle CV'ye bilerek afilli bir fotoğraf yapıştırıp gelinmesine güldüm. Film (bence) ergenlere yönelik bir film olsa da CV'lerle ilgili espriler yetişkinleri güldürüyor açıkçası.


Aşk meşk işlerine pek dalınmamış. Cinsellik içeren hemen hemen hiç sahne yok ama beni rahatsız edecek şekilde bu filmde de eşcinsellik sevimli,kabullenilmiş ve sıradan gösterilmiş. Daha evvel de demiştim , bu kişilerin kendi seçimleri olabilir ama normalleştirilerek  teşvikkar yayınlar yapılmasını  yetişen nesil için doğru bulmuyorum.


Filmin sonunda herkes kalkıp gidiyor da sadece gerçek Marvel izleyicisi jenerik akarken oturuyor ya; bu acaip hoşuma gidiyor.


Sinemadan sonra bir hamburger, bir donat  ve ardından kızgın güneşi sevimli kılan bir bahar esintisi altında uzun yürüyüş yaparak güzel kızımla bir gün geçirmiş oldum.

Üsküdar Belediyesi'ne ait yaklaşık 1000-1500 kişilik bir iftar organizasyonu gördük yürürken.  Suriyeliler dolmuştu herkesten önce. Onlara da kendi hallerimize de üzüldüm yalan yok. Bir de belediyeye kızdım ;madem böyle kaynağın var düzenli olarak öğrencilere yoksullara dağıtsana kardeşim. Bir tek Ramazan ayında mı muhtaçlara servis ediliyor "sevaplar" !

Evde bol film izliyorum bu ara. Sizlere onları da anlatırım mutlaka :-)

İyi güzel günlerde görüşmek üzere


20 Şubat 2017 Pazartesi

ÖZGÜRLÜK YÜRÜME MESAFESİNDE


Çayı koy ki  çocuklar kalkana kadar demlensin ama o arada  çamaşır atabiliriz elbette ve çanta değiştireceğim şunları koymayı unutmamalıyım vb cümlelerle dolu sabahın asil prangası mutfak havalansın diye camı açana kadar sürdü.

Taze , serin yağmur kokusu hipnozdan uyananlardaki kadar şaşkın bir bakış getirdi yüzüme.

Yine de saatin tik-tak'larına yenik düştü  varlığım ve çocukların ayakkabılarını da boyayayım diye mırıl mırıl geri döndüm evin içine.

Saat henüz 05:30'du.

08'de Nehir ile evden koşturararak çıktığımızda o okula ben işe yetişmek için adımları telaşla sıralamamıza rağmen birbirimizi kucaklamayı unutmadık ayrılmadan hemen önce.


"Seni seviyorum" diye fısıldadım kulağına annece
"Aynen" dedi yüzüme bakmadan ..ergence

Tam çöpü de atıp 14C'yi yakalamak için atıldım ki yağmurun davetkar tıkırdamasını duydum kırmızı şemsiyemin  tepesinde.

Çocuksu, 
Masum,
Yalnız,
Davetkâr,

Elimi cep telefonuma attım saate bir bakayım ne kadar zamanım var diye.
Elimi geri çektim; dedim ki kendime,özgürlük yürüme mesafesinde.

Herkes duraklara ya da saçakların altına sığınırken, kulaklığımı takıp müzik dinlemeyi bile reddederek yola koyuldum. Yağmuru dinlemek, nefesimle o tazecik serinliği ciğerlerime nakletmek, yorgun düşüncelerimi attığım her adımla kaldırımlara dökmekten başka bir dileğim yoktu. 

Evden işe yürüdüm.




Şemsiyemin tepesindeki o inanılmaz ritm, yağan her damlaya şükür duası ettirecek kadar huzur doldurdu içimi.



Öyle böyle değil...Yaklaşık 3 kilometre yürüdüm.



Sevgili İstanbul,

Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla.

Esaretin her türüne #HAYIR

21 Haziran 2016 Salı

Araf


Okullar kapandı, kimi iş yerlerinde akış yön değiştirdi ve anneler göçmen kuşlar gibi her mevsimin şartlarında yeni koşturmacalar içinde kendini kaybetti.

Cuma, yetiştirmem gereken raporlar veriler ve bilumumlar içinde (kliması bozuk olmasına rağmen sevgiyle bağrıma bastığım büromda) debelenip bismillah deyip nefes bile almaksızın gün sonunda Üsküdar'a koşturdum. Nehir'im karne almıştı babası onu okuldan almıştı, karınları tok sırtları pek zamanları ise pek dardı. Çocuklarımı alıp  otobüs servisine koşturdum. Üsküdar'dan Dudullu'ya servis ile gittik, oradan da Kumla otobüsünün serin koltuklarında dinlenmeye bıraktık kendimizi.

Ne yapsam ne etsem de çocuklarımın artık ergen-kendi başıma takılacam keyiflerini bozmadan şu yolu  geçirsem diye düşündüm ;çünkü ben yaşadığım her anı ve yaşadıkları her anı kutsal bir törenmişcesine yad ederek hatta resimlerle belgeleyerek, ekmekle dibini kazıyarak yaşayan annelerdenim.

Ama şimdi onlar büyüdü. Zamana saygı duymak lazım.

Baktım otobüsteki müzik-oyun-film seçenekli minik ekranlara takılıyorlar ve pek bi önemli iş yapar havalarındalar. Bir süre onları ve yolu seyredip "gidebilmenin" mutluluğu ile oyalandım sonra onlara uydum.

Filmlere baktım,çok beni çeken bişi yok. Oyunlara baktım..sarmadı. Kitap okuyayım dedim..havamda değilim. Yeniden yola baktım.

Selin ve Nehir küçükken valizlerini hazırlardım. Otobüste üşümesinler diye  mor çiçekli kocaman bir örtüm vardı sırt çantamda hazır duran. İlk Kumla yolculuğunda karnımda,sonra kucağımda,sonra yanımda olan çocuklarımın benden ayrı kendi koltuklarında yanyana oturuşlarını ve benim onlara hem özlem hem takdirle bakışımı düşündüm. 

Başka birinin kölesi olma özgürlüğü öyle kolay anlaşılır bişi değil. Anneler bilir.

Yolları , yeşillikleri seyredip gözlerimin dinlenmesine ve hatırlamasına izin verdim.

Yeniden filmlere göz attım.



Araf diye bir filmi gözüme kestirdim. Hem yönetmen kadın diye hem de Özcan Deniz var diye. Onun ilginç seçimleri oluyor senaryolarda her zaman.

AQ ile başlayan filmi küfür sevmezliğim nedeni ile hemen kapatacakken  "dumanlı kentin puslu çocukları"  beni içine aldı.

Asla neşeli  bir film değil. Kırmızı  kamyon ve bulunduğu yerden kurtulma umudu ile kırmızı kamyonu bekleyen suskun kız Selvi Boylum Al Yazmalım'ı  düşündürdü bana. Feribota bindik, film kesildi . Çıktık martıları denizi rüzgarı  aldık, geleneksel köy ekmeğinden tost limonata sefamızı yaptık,saçlarımızın karmakarışık olmasına izin verip neşelendik ve kıyı görününce yeniden otobüse koşturduk.

Hemen filmi açtım.


Neslihan Atagül acaip hoşuma gitti. Gerçek hayattaki yüz ifadesini merak ettim. Filmi seçtiğime memnun olarak izlemeye devam ettim  ama Kumla'ya geldiğimizde film henüz bitmemişti.

Kumla'ya indik, çocuklar serildi ya da siteye arkadaşlarını bulmaya koşturdu ben perdeleri soküp hızla temizliğe başladım. gece yarısına kadar sürdü temizlik. Nevresimler, tabaklar, raflar, dolaplar, kilimler...her şey yeniden yıkandı ve temizlendi.

Sabah nerde yattığım bir yana dursun kim olduğumu bile hatırlamıyordum.

Ama zil çaldığında kalbimin sevinçle çarpmasına neden olacak kadar "bilmesem de yaşayacağım" kadar içime işlemişti sevinç.

Koştum kapıyı açtım ve annemin boynuna atladım.

Oooo benim yosun yeşili gözlü sultanımmış,tatlımmış,kokusu cennetimmişşşş
Ah babişim de gelmiş yüzyılların gelmiş geçmiş en yakışıklı babası, teni ilacım sesi -nefesi şükür sebebimmişşşş







Oy oy oy..ablamın oğulları,abimin kızı gelmiş;kanım kanına kavuştuğu içi coşkun akan dere misali  akmış kalbim ne yapacağını  şaşırmış.

Bağrıma bastım  mutluluğu.

4'ü  büyük 6 çocuk ve 3 yetişkin olunca hem yemek pişirmek  bir alem ; ne yapsanız bir öğünde gidiyor hem  sofralar inanılmaz neşeli .  Ev de öyle yayla gibi bir ev değil aslında ama gönlünüze sığdırdığınız herkesi eve de sığdırıyorsunuz kolaylıkla . Alışverişti yemekti  dipti köşeydi .. haftasonu geçiverdi.


Pazar  akşamı Selin ile ben döndük.
Ben otobüse biner binmez yeniden filmi açtım.


Eve geldiğimin ertesi günü de filmi bölünmeden yeniden izledim.

Öyküsünü anlatmayayım,zaten internette kolayca bulabileceğiniz bir bilgi bu  şayet bulmak isterseniz. Ben, oyuncuları,verdiği mesajı,anlatımını çok sevdim.

Azıcık ben vardım,benden bişiler vardı  o filmde ama neresinde bilmiyorum.

Temmuz ayında izne çıkma umudum var.

Beklentiler, umut,özlemek ve özlenmek hayatta eften püften sayılmayacak  lüksler.

Bugün çok güzel bir gün.
Her anına şükrolsun.


YönetmenYeşim Ustaoğlu
YapımcıYeşim Ustaoğlu
Serkan Çakarer
Catherine Dussart
Michael Weber
SenaristYeşim Ustaoğlu
OyuncularNeslihan Atagül
Barış Hacıhan
Özcan Deniz
MüzikBruno Tarriére
Görüntü yönetmeniMichael Hammon
DağıtıcıThe Match Factory
TürüDram
Yapım yılı2012
Çıkış tarih(ler)i21 Eylül 2012  Türkiye [1]
Süre124 dk.

14 Haziran 2016 Salı

Yalan


Yalan söylemek kolaydı.
Aklım hızlı çalışır, ağzım iyi laf yapardı.
Hatta eğlenceliydi bile diyebilirim.
Sorunsuz dertsiz bir hayat, arkadaşların arasında makbul kişi, annenin kurallarına aldırmak zorunda olmayan özgür ergen oluyordun.
Öyle böyle düz yalan değil ha..dantel gibi işliyordum her yalanı.


Sonra annem, kapadı kilitledi ona açılan yalan kapısını.
Asla beni yakalayamaz diye keyifle gezinirken  kendime ait dünyamın zenginliğinde "sana güveniyorum" deyiverdi.
Hatta daha da kötüsü ..gerçekten güvendi.
16 yaşında üniversiteyi kazanınca ben, tüm dünyayı karşısına almak pahasına beni tek başıma İstanbul'a yolladı okumaya. O uçarı sınır tanımaz halimi hiç bilmezmişcesine gözlerimin içine baktı, "yapılır mı hiç olur mu" diyen herkese sırtını dönüp kendini onlarla benim arama duvar etti ve "ben kızıma güveniyorum" dedi.

Nasıl aldatırdım onu artık.
Bir daha yalan söyleyemedim, yalan söyleyemeyince onu üzecek ya da kurallarını yıkacak bir şey de yapamadım.


Hiç unutmam, her neyse zoru dayım annemi arayıp "yurda gittim gece vakti Kadriye yoktu, odasına birini yolladım o gece gelmemiş" demişti. NŞA ortalığı ayağa kaldırıp benim hayatımı  karalara çalacak bu ithama karşılık annem sakince "yapsa bana söylerdi, Kadriye'ye güveniyorum" deyivermişti. 

Ah ne kapak olmuştu dayıma, halen zevkle anıyorum olayı.

Yalanın kapısı böyle kapatılırmış meğer!

Yetişkin hayatımda yalan ,ilk gençlik yıllarındaki kadar değilse de yer bulan bir şeydi. Ufaktı tefekti,beyazdı pembeydi ama vardı. Dik yokuşları çıkmak yerine kenardan dolaşmamı sağlıyordu.

Sonra takvim yaprağında o yazıyı gördüm.

"Siz" diyordu "asıl korkmanız gerekenden korkmaz yalan söylersiniz"
Klasik tepkim "ne diyo len buuu" oldu.
Sonra anladım.
Asıl sakınılması gereken Allah iken, sevgisini muhafaza edip öfkesinden kaçınmak gereken Allah iken Ayşe Fatma, Ahmet Mehmet'in sevgisi veya korkusu nedeniyle yalan söylüyordum .
Güldüm körlüğüme.
Sonra bir daha hiç alan söylemedim...değil tabii nihayetinde etten kemikten insanım bazen  ama çok çok çok çok bazen ve kesinlikle minnacık yalan söylediğim olmuştur ama gerçekten onca yılın alışkanlığını bir yana koydum ve canım yansa da kaybetsem de üzülsem de korksam da doğruyu söyledim.

Sanırım,Nehir'in dediği gibi "doğruyu söylemeden ama yalan da söylemeden" konuşmayı öğrendim bu süreçte.

Misal, Nehir oyalandığı için , kahvaltı keyfi yaptığı için okula geç kaldı.
"Anne bana yalan söylemeden ama  öğretmenimin de kızmayacağı şekilde ne diyebilirim" diye  sorar mesela.
"Öğretmenine doğruyu söyle ve gecikmenin, annen ile senin güne başlama zamanlamanızın bu sabahki öncelik uyuşmazlığından kaynaklandığını söyle" diyebilirim mesela.

Hesse'in Demian'ında mıydı? İnsan en çok kendinde olana kızar diyordu. Birinde en çok kızdığınız şeyin aslında sizin içinizde olan olduğundan bahsediyordu.


Affetmediğim 1-2 şeyden biri ama ilkidir yalan.
Hoşgörü sınırı ummanı aşmış birine yani bendenize söylenen yalanı asla affetmedim.
İş yerinde de sıkça yinelediğim bir şeydir sakın yalan söylemeyin, affedemem diye.

Çocuklarıma da doğruyu söyleyip dürüst yaşayacak kadar güçlü olmalarını salık veriyorum ve onlara sıkça "size güveniyorum" sözcüklerini yineliyorum.

Sizin başkasında en kızdığınız şey ne sorusu, kendinizle dürüstçe yüzleşmeye hazır mısınız sorusu ile eş değer.

Sevgiyle Kalın...

6 Mayıs 2015 Çarşamba

Hıdrellez ve Dilekler


Nereden kaynaklandı sersemliğim bilinmez.
O seneye kadar sınıfın en iyisi olmaya oynarken, o sene Fen Bilgisinden tekledim..."ikmale kalmak" gurur kırıcılığın ötesinde korkutucuydu benim için.Evimizde , ailemizde yaşanmamış bu utancın şerefinin bana ait olmaması için ne yapacağımı  şaşırmış şaşkın ergenlerin şahı olarak dolanıyordum ortada.

Ortaokul yıllarıydı işte.12 yaşlarında olacağım..öyle kalmış aklımda. Sotka'daki evimizde tatlı bahar telaşı vardı. Annem , klasik olarak temizlik için baharı , hafta sonunu , misafiri, ay içim darlandıyı, yazı, kışı, sömestiri bahane ediyor ve evi ayağa kaldırıp indiriyordu.Derken "hıdrellez"den bahsedilir oldu. Hızır ile İlyas buluşurmuş senede bir gün. Tam o buluşma anında gökte dilek kapısı açılır ve o ana denk gelen tüm dilekler kabul olurmuş.

Adetlerimizin en sevdiğim yanı, annem nasıl temizlik için her şeyi bahane ediyorduysa bizde de her şeyi yemek şölenine döndürmek için bahane olurdu bunlar.

Hıdrellez diye pastalar , börekler yapılıp,yumurtalar soğan kabuğuyla renklendirilerek haşlanıp , o günlerin en büyük lüksü olan bir yedigün ya da cola yanına konulup pikniğe yollarlardı bizi okulla.

Ama o sene, Hıdrellez piknikten çok daha derin anlamlar taşıyordu benim için.
Yürekten inanmıştım paçayı kurtarmanın yolunun bu olabileceğine.

6 Mayıs günü, uyandığım andan itibaren kimseyle konuşmadım.Hatta kimseyle konuşmayayım diye kendimi mutfağa ve Karadenizin mavisinin gönlünüze işleye işleye seyredilebildiği mutfak balkonumuza attım.


Hayat günlük olağan akışında seyrediyor, annem koşturuyor-babam girip çıkıyor-ablam abim günlük işleri ile meşgul oluyordu.
Ben ise mutfakta  bir köşeye çekilmiş "fenden ikmale kalmayayım, fenden ikmale kalmayayım,fenden ikmale kalmayayım" diye aralıksız tekrar ediyordum. Dilek kapısının açıldığı o ana denk gelecekti bu cümle..hiç başka şansı yoktu yani.Adamıştım kendimi. Nirvanaya şunun şurasında ne kalmıştı..erecektim ,az kalmıştı.

-Kadriye ne yapıyorsun burada?
Elimle git git işareti yaptım ""fenden ikmale kalmayayım , fenden ikmale kalmayayım ..""
-Kahvaltıya gelsene 
Başımla he he...işareti yaptım

"fenden ikmale kalmayayım,fenden ikmale kalmayayım,fenden ikmale kalmayayım"

Kahvaltı ettim, tuvalette saklandım bir süre..sonra yine balkon ..."fenden ikmale kalmayayım,fenden ikmale kalmayayım.."

Öğlene doğru bıraktılar beni anlamaya uğraşmayı. Karnım çok acıkmıştı. Mutfağın uzun tezgahında parmaklarımı gezdirip  öğle yemeği saatini bekliyordum ama ağzımı açıp acıktım da diyemiyordum ..her an kıymetliydi benim için. "fenden ikmale kalmayayım , fenden ikmale kalmayayım , fenden ikmale kalmayayım.."

Açlık, şimdi de olduğu gibi kısa zamanda belli bir yiyeceğe özleme dönüştü benim için. "Acıktım..ne yesem" dediğim vaki değildir benim. "Acıktım, dolma olsa da yesem" "acıktım,bi papara yapayım ben" şeklinde adıyla sanıyla gelir açlık.

O gün de öyle oluverdi. 

"Annem döşeme yapsa da onu yesem" dedim içimden.

Sonra aman ne olursa olsun dedim adaptasyonu bozmamak adına ve "fenden ikmale kalmayayım,fenden ikmale kalmayayım,fenden ikmale kalmayayım..."devam ettim.

O gün annem hiç yoktan döşeme yaptı,ben fenden ikmale kaldım.

Hiç söylemiş miydim bilmem ; ben küçükken çok salaktım :))

2 Kasım 2013 Cumartesi

Deli Veli

Veli toplantısına gidip deli olmadan dönmek ne mümkün? Eleştire eleştire beslediğimiz sistemde çocuklarımızın çocukluklarını, gençliklerinin ilk yıllarını, insanlıklarını griye boyuyoruz "onun için en iyisini istiyorum valla" adı altında.

Yok yok..çok düşündüm bugün bu konuyu. 13 yaşını anlat dediklerinde "şıkları alayım" diyen bir kızım olsun istemiyorum ben. Hata yapan,ilk minik kalp çarpıntılarını yaşayan, hakkını edebiyle arayan,mevsimleri takvimlerde takip ederek değil gülyüzünün teninde hissederek yaşayan çocuklarım olsun istiyorum.

Bugünün ebeveynlerini anlamak da zor. Haklısınız diye diye hepsi çıtayı yükseltiyor. Onlarca kurs-ders aldırıyorlar çocuklarına. Resim öğretmenliği yaptığım zamanların birinde sınıfımdaki çocuklara "şimdi bahçeye çıkın ve insan yapısı olanlar hariç dümdüz bir şey bulup bana getirin size 10 vereceğim" demiştim. Hem dersi bahçede yapmak hem de bedavadan not kapmak sevinciyle fırlamışlardı bahçeye ama istediğimi bulup getiren olmadı. Tabiatta insan yapısı hariç pürüzsüz dümdüz bir şey yok.İnsan , rahat ve mükemmellik adına herşeyin  olması gereken asıl çizgisini yok ediyor, yalın ve kişiliksiz oluyor elinden çıkanlar. Çocuklarımızı da buna itiyoruz bilerek ya da bilmeyerek. Tamam, kabul , ülkedeki eğitim sistemi berbat hatta berbat ötesi. Cinayetin harflerle işlenen şekli...ama hem karnım doysun hem çöreğim eksilmesin değil mi bizim yaptığımız hiç tepki vermeyerek? Ne eğitiliyorlar ne öğretiliyorlar ...şartlar aynı değil ama sınava birlikte giriyorlar.


Kime kızacağımı şaşırmış vaziyette çıktım veli toplantısından,ilk defa bu sene dershaneye verdiğim canım kızımı aradım "hadi dersi kır sinemaya gidelim" diye. Uçarak Capitol'e geldi keçi :-) Heyecanla beklediği Thor filmi gösterime girmiş dün, Selin gelmeden 19:00 seansına bilet almıştım. Azıcık gezdik, kitaplara baktık , yemek yedik, sohbet ettik ve sonra sinemaya gittik.


Onun kahkahaları ve sevinci var ya...ömre bedel, ab-ı hayat.Nasıl en uçta yaşıyor sevgiyi ve öfkeyi, nasıl 10 numara ergen...nasıl benim kızım...nasıl seviyorum onu...


Eylemlerim devam edecek elbette. Ben anne olacağım,o evlat. İleride bir gün 13 yaşını anlat dediklerinde bir sürü anısı ve yaşanmadan geçirilmemiş bir yaşı olacak. Genel müdür olur mu olmaz mı bilmem ama insanoğluinsan olacak....

Melih Cevdet Anday'ın da dediği gibi...umutsuzluğumuz insan kalmak içindi.