dostluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dostluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Şubat 2024 Cuma

hayır sanmayın ki beni unuttular..


Twitter'da gezinirken şu çizim çıktı  önüme. arkadaşlıktan bahsediyordu. Seçim-siyaset-öfke-karmaşa-haksızlık-geri zekalı güruh-iş-toplantı-çocuklar-sorumluluklar-zamanın yetmezliği...geri döndüm bu  resme.

Arkadaşlarımı ne çok özlediğimi düşündüm.

İnce bir sızı, koca bir boşluk.

Arkadaşım  kalmadı.

Zaten biliyordum da üzüntüsüne ancak zaman buldum diyelim.

Şöyle gün batımına kadar oturup perdesiz, çekincesiz, birbirini ve birbirinin sözlerini tamamlayarak  amaçsız edilen sohbeti bana verecek kimse yok ne hazin.

Dostluğu  değil dostlarımı özledim.

Şairin de dediği gibi

Zaten hiç yoktular belki de.



 

10 Ağustos 2017 Perşembe

Mutlu Olmak Bazılarına Daha Çok Yakışıyor


Bu  sabah gelirken yolda gördüm onları. Başımı eğip yürümek oldum olası yapmadığım bir şey. Kuşların teleklerine kadar bakarım merakla, severim varoluşumu  her detayıyla ; renkleri , eğrileri,doğruları.


İşte öyle yürürken ve farkında bile olmadan çevredeki her şey gibi insanlara da bakarken gördüm onları. El ele bir çiftti Kadıköy sokaklarında sabah işe gidenler kervanının neşeli  bireyleri olarak yürüyen.  Bir anlık bakıştan sonra kaçırdığım gözlerim ister istemez geri döndü. Büyü gibi bir şeydi. O an karar verdim, bugün stresli bir iş günü yine ve benim zamanım yok yine ama onu size anlatmalı, ilerideki zamanlarda yazılarıma baktığımda unutmuşsam  hatırlamalıydım.


El ele yürüyen 20'li yaşları henüz geçmiş bir çiftten bahsediyorum. Oğlan bir şey anlatırken kız, elini bırakmaksızın hafifçe öne geçti ve eğilip yüzüne bakarak neşeyle cevap verdi. O an fark ettim onu zaten. Yüzü ışıl ışıldı. Epeydir o kadar ışık görmemiştim bir insanın yüzünde. Aşk vardı ama zamana sınırlandırılmış, kalıplaştırılmış bir aşk değildi. Hafif çiçek kokulu bir parfüm kıvamında,  özgün-neşeli-sahici bir aşk benim gördüğüm. Ama asıl vurucu olan gözleri-bakışı. Dostça bakıyor sımsıcak ve güçlü.Dürüst. Sevgili olmanın ve aşkın direkt şehvet ya da sahiplenme ile çirkin biçimlendirmelerine alışmış gözlerim bu yüzden dönüverdi dostuna,arkadaşına bakan aşık genç kıza. Delikanlı da varlığından memnun, büyüsüne kapılmış  bir sadelikle cevap verdi kızın nüktedan cevabına. Başrolün, belirleyiciliğin kıza ait olduğunu düşündüm. Merakla inceledim fiziksel portresini. Biraz sivrice bir burnu, soluk-rengi kaçık bir teni vardı. İnce uzun sıradan bir fizikti onunkisi..ama gülüşü,bakışı,duruşu çoook uzun yıllar öncesinden gelmiş gibiydi. Kıyafet seçimi ise ona aitti. Moda değildi, aynı değildi hatta belki uyumlu bile değildi. İş hayatının hızarında yontulmuş "tepki çekmesi olanaksız sade ve belirli" kıyafetlerimi düşündüm sıkıntıyla.  Cebimden bilyemi  çalmışlar da ben yeni fark etmişim gibi geldi bir an, öfkelendim. "Kim ne düşünürse düşünsün bana ne" cümlesinin özgün neşesini " yoruma kapalı ,standart kıyafetler" zırhı ile değiştirmişim kaç yıllar önce, yeni fark ettim. Hırsız yol arkadaşlarıma yumruk sıkıp öfkeyle salladım içimden...sonra onlar gözden kaybolmadan telaşla son bir kez baktım bir daha göremeyeceğim için artık üzgün olduğum o  dost , sıcacık tebessüm ile samimi dinleyici edasına.


Mutlu olmak bazı insanlara daha çok yakışıyor. O kadar güzel mutlu oluyorlar ki ne yapacağını şaşırıyor insan. Evladıma dua eder gibi dua ettim ardlarından bir ömür mutlu olsunlar diye.

İçime bir huzur çöktü, iş yerine geldim başladım çalışmaya ama kalbimde sıkıntı ve endişeden eser yoktu.

10 Eylül 2016 Cumartesi

Sır

Sır tutmayı iyi bilirim.
Hatta, çok zaman tepki alacak kadar sırdaşımdır. Biliyordun söylemedin'lerle çok dost kaybettim.
Ama sır,kutsaldır.
Kimi zaman bedeli ağırdır.
Kimi zaman yükü,bedelinden ağırdır.

Gerçek hayat öykülerinden bir kesit var sırada yine
İsimler değişmiş,öykü gerçek.

 

  Karı - koca ikisi de arkadaşımdı. Diğer çiftte ise hanım yakın arkadaşım,eşi ise hanımından dolayı tanıdığım ve sohbet ettiğim herhangi biri. Hani nitelik zengini ve coşkuyla dost olmaya çalışacağınız türden biri değil. Varlığı zararsız, sohbeti su gibi berrak ve nötr..belirgin bir tadı olmayan.

İlk çift Ayşe ile Ali olsun.
Hanımı arkadaşım olan çift Banu ile Yavuz olsun.

Ayşe ile Ali büyük bir aşkla evlenmişler. Ben, o zaman tanımazdım onları sonradan tanıdım. Tanıştığımızda da sıradan sayılacak bir çift değildiler. Kavgaları şiddetli,barışmaları UNESCO ödülüne layık olurdu. Gezmeyi çok seven, bir paket sucuk alsalar 7 düvel dostlarını davet edip bunu şölene çeviren kişilerdi. İnsan severdi onları tüm beceriksizlikleri ya da saçma aile kuralları,dengesizlikleri ile. Bir gittiğinizde elinde Kur'an gözyaşları içinde okurken diğer gittiğinizde balkonda bira şişeleri arasında kahkahalar atarken bulmanız olası idi. Severdim birliklte yaptığımız her şeyi. Kocası ile birbirimizin omuzuna gülmekten gözlerimizden yaş gelmiş halde yığıldığımızda Ayşe'nin kıskanma olasılığından ürkmez hatta aklıma bile getirmezdim. Ya da Ayşe ile saatlerce fısır fısır bir köeşede konuştuğumuzda "açım lan bırakın dedikoduyu nedir saatlerdir oradasınız" diye bağrınan Ali'ye aldırmazdım. Keyifli anlardı her zaman yaşantıya kattıklarımız.

Henüz sırlar yoktu.


 

Banu gençlik yıllarında çabuk bir karar ile Yavuz'u almıştı nikahına. Yavuz, biriktirdiği idealleri idi onun. Yavuz ağır abiydi. Yavuz , belli bir siyasi camiada adı geçendi. Yavuz gülerken bile saygı ile dizlerinizi birleştirip dik otururdunuz.Yavuz riskli cümleler kurmazdı. Yavuz hep doğru yerde doğru şeyi yapar, içinizden ettiğiniz küfrü bile duyar gibi yüzünüze sakin-ifadesiz bakardı.Banu deliydi. Sevişmesi bile çığlık kıyamet bir kadındı. ..duyardınız yani :-) Yüzünde daima bir gülümseme olur, her an gülmeye hazır ifadesi ile sizi dinlerdi.

Çok gülenin derdi çoktur aslında derler.
Doğrudur.

Banu ve Ali, firmalarının dönemlik bir iş  anlaşmasında tanıştılar. Ortak tanıdıkları yani ben çok sevindim çok güldüm bu işe. Ayşe derhal olaya dahil edildi. Banu-Ayşe-Ali-ben okey masalarından kalkmaz olmuşken Yavuz da kısa süre içinde tüm duru doğruları ile -siyasi çizgileri çok uyuşmasa da" bu büyülü akışa dahil oldu.

İş bitti, muhabbet devam etti.

Henüz kimsede çocuk yoktu. Sabahlamalar, 51 partileri, patates kızartmasına tavla turnuvaları bizim işimizdi. Ayşe dik,herkese meydan okuyan ve genelde de (hele tavlada) kazananken Banu onu hayretten kocaman açılmış gözlerle izleyen, erken evliliğinde Yavuz'un ağır suskunlukları altında nasıl şekillendiğini gören-fark eden oldu. Banu, kısır-çay-iki dilim kek tabakları hazırlayıp servis eden ve kimseye mahal vermeden kendisiyle dalga geçen, Ayşe ise dekoltesinden taşmış memelerini hoplata hoplata taklitler yapıp her zamanki gibi kendi kurallarının  dikliğinde ortama renk katandı. Ali, yoğun iş temposu sonrası bazen stresli ve kavgacı, Yavuz gerektiği gibi davranıp gerektiği gibi susan...

Ne zaman fark ettim, ne zaman başladı bu sır hatırlayamıyorum. Banu'nun iri ela gözlerinde hüznün koyu gölgesinde bir fısıltı oldu ilkin. Başka bakıyordu. Belki, Ayşe'nin Banu'ya her zamanki teklifsiz takılmalarının birinde hep aynı haki renkli blüzu giymesinden dolayı yaptığı  şakalar ve ikisinin kahkahaları ile ayıldım önce. Fark etmemiştim Banu'nun hep aynı haki bluzu giydiğini, dikkat ettim o dakika. Neden diye düşündüm bilmezliğin tüm masumiyetliyle.  Sonra, bu tür takılmaları devam ettiren Ali'nin bariz bir şekilde televizyonla ilgilenip onları duymazdan gelişi. Yavuz'un hafif çatılan kaşları ( o da benim gibi o an fark etmişti haki renk bluza verilen kutsanmışlığı).

                               

Sonrasında ahmakıslatan kıvamındaydı belirtiler. Varlığını farkındaydım ama önemsemiyordum,emin olamıyordum. Sizin kalbinizde-aklınızda olmayan şeyi algılamıyor beyin belki ,hani öncelik vermiyor görse de. Ama bir an geliyor...görüyorsunuz .

Banu açıldı bana önce. Temkinli. Azar azar. Tepkimi yoklaya yoklaya. Korka korka ama artık içinden taşanı besbelli ki tutamaya tutamaya..

                       

Yavuz ile evlenmesinin hata olduğundan bahsetti. Onu yine de çok sevdiğini,elbette onun iyi bir insan olduğunu ama kendisinin bu her şeyin yerli yerinde, sınırların kuralların içiçe geçtiği evlilikte mutsuz olduğunu anlattı laf arasında örneklemeler ile muhabbet edercesine. İlk kar tanesi düştüğünde çığın oluştuğunu görebilecek kadar farkındaydım artık her şeyin. Aşk ile öksürük gizlenemezmiş. Banu da bir iki yoklama sonrasında daha fazla gizleyemedi aşık olduğunu. Haksız görmüyordu kendini. O kadar aşıktı ki her şeyi hak görüyordu kendilerine. Ayşe'yi ya da Yavuz'u üzmek ihtimali ise yaşayabieceği tüm utançlardan ağır basıyordu. Çünkü içinde coşkusu her gün artan aşkın nağmeleri Yavuz'a sorumluluğunu-vefasını,Ayşe'ye duyduğu sempatiyi yok etmemişti. Ayşe de Yavuz da iyi insanlardı ama eşleşme yanlıştı ,bütün mesele buydu Banu'ya göre. 

Bana verilen sırrın ağırlığı beni ezmişti. Bir araya geldiğimizde ne yapacağımı şaşırıyordum. "Neden" sorusu, o yaşlarımda da diğer her şeyden çok cezbediyordu beni. Ali'nin yoğun iş temposu ile şekillenen-değişen ruhunun Ayşe'nin dik-minnetesiz kişiliğinden yorulup Banu'nun duygusal-hüzünlü-desteğe ihtiyaç duyan kadınsılığına çekildiğini gördüm. Yavuz'un kuralcı,düz,ölçüsü şaşmaz kişiliği ile ezilen Banu'nun kurgulanmamış cümlelerin heyecanlı akışına, "yarın Cumartesi uyuruz Cuma akşamı sevişme günü olsun"  mantıklı duygusuzluğundan heyecanlı dalgalanmalara, karşısındakinin en sevdiği renk olan haki renge ait bir şey giydiğinde söylenen övgü sözleri ile farkedilişe gönlünü kaptırdığını ve zamansız yağan yağmurla tomurcuklar açan bir tohum gibi günden güne varoluşunu ortaya koyduğunu gördüm.

Ayşe hiç bir şeyi farkında değildi. Ali 'nin değişimini , hayatın olağan akışında olası bir ihtimalin gerçekleşmesi gibi görüyordu. Açıkçası, benim başımın artık hep yere eğik olması ve suskunlaşmam onu daha fazla ilgilendiriyordu. Öyle doluydu ki beyni -kalbi -enerjisi; ya üzülürse diye düşündüğümde kendimi aptal hissediyordum.. Yavuz ise ürkütüyordu beni. Ne yapacağımı bilmiyor ama sır'ra boyun eğiyordum.

                     

Aşk bana göre dinlerden bile üstün bir şey. Hele o yaşlar,duyguların şiddetinin sınır tanımadığı yaşlardı. Aşk, her şeyi  hoş görmeyi getirebilirdi ama yalan.,işte o  o kadar nefret ettiğim bir şeydi ki, aşk dahi yalanı haklı kılmıyordu benim gözümde. Evlilikte aşk ölebilirdi, başkasına da aşık olabilirdi insan ama verilen söz vardı. Eşi haksız ve kötü de olsa,ona  bir şeylerin bittiği söylenmeden yeni bir ilişkiyi gizli saklı yaşamak aklıma-kalbime-doğruma sığdıramadığım bir şeydi. Başkasının doğrularına saygı duymam gerektiğini düşünüyor ama kendi doğrularımı bunca ezip bir yalanı saklı tutmak beni mahvediyordu.

Sır bana ağır geldi.

Her şey ortaya çıktığında Yavuz Banu'ya bir tokat atmıştı. Banu korkmuş,yine de aşkına sahipo çııkmıştı. Ayşe'nin ilk sorusu "kim biliyor ve neden" oldu. Kim biliyor kısmında benim adım geçince de beni asla affetmedi. Neden kısmını Ali ile haftalarca tartıştılar,avaz avaz sorulara fısıltıyla verilen yanıtlarla doldu bir zamanların neşeli odaları.

Ayşe,intikamını kendi gibi alev alev aldı. Ali'yi hemen,derhal ve tereddütsüz boşadı. Daha "pişman olur muyum" sorusu sorulmadan, oldukça kısa bir süre sonra da yeniden evlendi. Evliliği öyle sanıyorum ki "düşünürsem patlarım,düşünürsem bir daha yapamam" gibi bir güdüsel tepki ile alelacele,rastgele biriyle yapılan bir evlilikti.

Ne Ali'yi ne beni affetmedi. İkimizle de bir daha asla konuşmadı.

Ali, uzun zaman ne yapacağını bilmez dolandı serseri mayın gibi. Ayşe,nafaka ya da ortak alınan evin yarısı gibi ayrıntılara dahi tenezzül etmemiş her şeyi arkasında bırakıp gitmişti. Ali önce özgürlüğün tadını çıkardı.Bir çok sevgilisi oldu. Sonra,parasına aşık yaşca hayli küçük bir kadınla kaldı. O kadar içiyordu ki ,başarılı olduğu işinin verdiği kibri ile alkol kokusu birleşince hayatına girenler de menfaati aşka tercih edenler oldu hep. Yeni işlere yelken açtı. Bilboardlarda adını gördüğümü hatırlıyorum. Aramızdaki dostluk, sessiz bir sözleşme yapılmışcasına soldu ve yok oldu. Ben onu yargılamıyordum ama o beni gördüğünde ya utanıyor ya acı çekiyordu. Görüşmez olduk.

Banu dik durdu.Haklıydı kendince. Sözünden geri dönmedi, Ali olsun olmasın artık Yavuz ile olamayacağını net bir şekilde beyan etti.

Ama intikamın en kötüsü Yavuz'dan geldi.

Banu'yu affetti.
Boşamadı.
Sabretti.
Şimdi iki çocukları var kız Yavuz gibi sessiz derin, oğlan Banu gibi deli dolu.

                                    
                 

Yavuz yorum yapmadı, dillendirmedi benim yanımda bu olanları. Saçlarında erkenden beliren beyazlar ve bir daha hiç görmediğim gülüşünün yokluğu ile  ağır abiliğe devam etti.Ama biliyorum ki o da beni affetmedi.

Banu ile dostluğumuz devam ediyor.

Aradan yıllar geçti. Şimdi, bugün iki çocuk annesi bir kadın olarak geri dönüp baktığımda "doğru neydi" diye sorduğumda hala karışık cümleler kuruyor beynim.

Sırra saygı, insanların yaşamlarına ve doğrularına saygı ...
Ama evli olduğu insana söylemeden yaşanılan ilişkiyi-yani affedilmez bir yalanı korumak??? 


Ki bana verilen sır değilse bu, her şeye rağmen müdahil olduğum olmuştur pek çok kere (tık-aşk sınır tanımaz..mış)

Müsterih değilim.
Ama bugün olsa,sanırım yine susardım
Ve sorardım kendime "ben kimim"

Kimse bilmez,kimse bilmez.


16 Mayıs 2016 Pazartesi

Aşk Gurur Tanımaz..mış

Şişmandı ama gözleri şahaneydi.
Hep gülümserdi ama aşkı bilmezdi.

Sonra bir gün...

Aşık olduğu  oğlandan zerre kadar haz etmedim. Arkadaşıma Gönül diyelim, Gönül'ün o evrimi yarım kalmış öküzde ne bulduğunu da hiç bir zaman anlamadım.

AKM önünde buluşmuştuk bir gün. Gönül sınıf arkadaşımdı aynı zamanda. "Aşk gurur tanımaz" dedi bana, her zamanki alaylı bakışlarımı  yeşil ışıl ışıl gözlerine diktim ve sırıttım: hiç bir şey gururumdan öte değildir. Paspas eder geçerim.




İkimiz de yaşayacaklarımızı kaderin bize söylettiğini bilmiyorduk elbette. Zaten "büyük laf etme" dedikleri de bu değil mi?Kalp , olacak olanı bilip size söyletir. Ama siz, yetişkin beyninizi doldurduğunuz ıvır zıvırın gürültüsünden dolayı kalple bağlantıyı zayıflattığınızdan bakar görmez, söyler duymazlar sınıfına girmişsinizdir çoktan.



Mahmut diyelim Gönül'ün sevgilisine. Mahmut, kanımca günahı kadar umursamıyordu Gönül'ü. Zaten de kaba , görgüsüz bir oğlandı. Bir başka sınıf arkadaşımızın doğumgününü kutladığımızda ona hediye olarak don lastiği getirip kendisini marjinal sanan bir tipti işte. O mu beni daha az severdi ben mi onu bilmiyorum. Ama arada Gönül ve hatırı vardı, hırlasam da ısırmazdım Mahmut'u.


Bir gün Mahmut'un ev arkadaşı ile birlikte evlerine gittik. Biz yurttakalıpevözlemiçekengiller birinin evine gitmeye bayılır olmuştuk. Patates,soğan,limon, pul biber filan almıştık:hedefte bir leğen patates salatası vardı.Mahmut'un ev arkadaşı ,kapıyı anahtarla açtığı an bize bir omuz atıp bir şey görmemizi engelleyecek şekilde kapıyı kapatması bir oldu. Yüzü kıpkırmızı idi. Başka zaman yaparız yemek dedi ve sakin olmaya çalışarak bizi dışarı götürdü.Yine de bu kısacık an omuzunun üzerinden antre halısının üzerinde olan biteni görmem için yeterliydi.


Günlerce kendimle hesaplaştım. Bunu Gönül ile paylaşmalı mıydım? Doğru neydi ,dostluk neydi? Kitabi cümleler üzerinden felsefe yapıp atıp tutmakta lisansüstü seviyede olabilirdik elbette ama gerçek hayatın acemisiydik. Kendimi Gönül'ün yerine koydum. Her şeyi göze aldım ve ona gördüğüm şeyi anlattım. Gülümsemeye çalışarak dinledi beni. Gittikçe solan yüzüne bakmamaya çalışıp detaylara girmeden anlattım. Sonra ikimizin de birbirimizin yüzüne bakacak hali kalmadığından uzaklaştım gittim. 

Doğruyu yaptığıma inanıyordum.

Gönül'ün intihar haberi okula bomba gibi düştü. Okulun her zaman gülen yüzü canına kıymıştı. Abisi, abdest alıp odasına kapanmasından şüphelenip bir süre sonra seslenmiş ama cevap alamayınca kapıyı kırmış. Onu son anda hastaneye yetiştirmişler. Uzun zaman ölecek mi diye bekledik. Herkes başka üzgün, herkes başka şaşkındı.

O günlerde yine sorguladım kendimi.İçimde ve vicdanımda leke yoktu, emindim yaptığımın doğru olduğundan.Mahmut hatalı ,Gönül hatalı idi ama ben kendime hata bulamıyordum.

Gönül okula gelebildiğinde hepimiz hiç bir şey olmamış gibi davrandık. Gençlik, okul telaşı, akıp giden zaman, mevsimler..her şey onarıcı etkisini gösteriyor ve günlük hayatın akışında eskiye ait şeylerin çabucak yok olmasına yardım ediyordu.

Bir sabah Gönül'ün masama oturup bahardan söz açması ve bir çay ısmarlasan yahu sözleri aramızda sorun olmadığını  gösterdiğinden mutluydum. O konudan asla söz açmıyorduk. İkimiz de benim bu konuda ketum olacağımı adımız gibi bildiğimizden Mahmut'u halının altına süpürmek gayet  mantıklı geliyordu.


Aşk gurur tanımaz...

Gönül Mahmut'u affetti. Bana inanılma gelmesine rağmen en azından bu kısma müdahil olma hakkını bulamıyordum kendimde.Okula el ele gelişleri, Gönül'ün yüzünde özlediğimiz o cıvıltılı gülüş, Mahmut'un bana nefret saçan bakışları, benim ona "pabucumun köselesi şerefsiz" bakışlarımla verdiğim karşılıklar...

Aradan bir yıldan fazla zaman geçti. Ben artık Mahmut ile aynı ortama girmiyor, ikisi hakkında olan biteni başkalarından duyuyordum. Derken Mahmut yeşil bir BMW aldı. Aman Allah olduk çünkü tamam  çalışıyordu iyi bir işi vardı ama durduk yere bir BMW alması da söz konusu değildi. Sonra ona piyango çıktığını  duydum. Sonra da Gönül'ü , arkadaşlarının  "sende bu para varken kız üstüne kız tavlarsın" sözleri üzre terk ettiğini. Sonra Gönül'ün  harabeye döndüğünü...sonra benim her şeyi boşverip uzattığım dostluk elimi ittiğini..kendini yalnızlığa mahkum edişini...

Para bitince Mahmut Gönül'e geri döndü. Aradan bir sene filan geçmişti. O arada yaşadığı lüks hayat kulaktan kulağa yayılıp durmuş, İstanbul'un o en popüler semtlerinden birinde tuttuğu eve attığı kızların ballandıra ballandıra anlatılan öyküleri benimolduğu kadar Gönül'ün de kulağına gelmişti. 

Aşk gurur tanımaz...

Gönül,bu sefer affı biraz zaman alsa da onu yine affetti.

Seneler sonra bir gün , nikah haberlerini aldım. Hatta aynı yıl evlendik. Mahmut, nikah günü olarak yılın en uzun gecesi olan 21 Aralık'ı seçmiş ve herkese kahkahalar attıran yorumlarla dünyaevine girmişti.

Gönül çok mutluymuş o gün ama gülümsemiyormuş eskisi gibi.. öyle dediler. Ben, nikahlarına gitmedim.

Gönül Mahmut'u affetti ama ben Gönül'ü affetmedim.

Aradan geçen bunca yıl sonra dostluk nedir, aşk nedir, doğru ve vicdan arasındaki denge nasıl olmalıdır sorularını bir kez daha sordum kendime bu satırları yazarken.


20 senede değişen bir şeyler olmalı diye düşündüm.


Bugün olsa, aldatıldığını  yine söylerdim.Bir insanın bir yalanla yaşaması asla benim doğrum değil.
Bugün olsa, ilk affedişinde (onaylamıyor olsam da) yine yanında yer alırdım. Dostluk bunu gerektirirdi.
Bugün olsa, nikahlarına gider ama onu affetmezdim.

ve bugün dahi gururumu kırmaya yeltenen aşkı paspas eder üzerine basar geçerdim.

Değişmesi gereken çok şey değişti 20 yılda ama bazı renkler ana renk..değişmiyor demek ki..






13 Ağustos 2015 Perşembe

Yarım Kalan Simitler


Her sabaha, rotamı yeniden Kadıköy'e doğru çevirip işe geliyor olmanın taşkın neşesi ile başlıyorum .

Sabahları "bugün ne giysem" sorusunu kendime sormanın dayanılmaz keyfi içimde şıkır şıkır.



Tüm gündem ve gerçeklerden muaf tuttum bu sevincimi. Kırıklığım o kadar uzun zamana yaygın, suskunluğum o kadar gevezeydi ki. Hak ettim ben bu neşeyi.

Dün sabah durağa biraz erken gittim. Kadıköy'e inen indirimli hatlardan biri 14C. Durağa yanaşan başka otobüsler var diye sollayıp geçmeye kalktı..el ettim. Ama durağa yanaşan diğer otobüsün şoförü 
14C şoförüne "geç git" yaptı eliyle. Şaşkın bakakaldım. İşaret eden otobüs 3 numara imiş. Bir an onu 13 görmüştüm yoksa o da indirimli hat ve yolcusu az olduğu için doğallığı ile tercihim o olurdu. Otobüse bindim, şoför "nerdesin abla sen yaaa" dedi. Gülümsedim biraz şaşkın biraz mahcup biraz keyifli. Hatırladım, Tüketici Yasası ile ilgili sorunu olmuştu, yardımcı olmuştum. ..nereden baksanız 4 sene önce. Arada büroma gelir çay içerdi çok nadir de olsa. Beni hatırlaması sevinçti, bunca güzel anıyı ardımda bıraktırmış olmaları öfkeydi,sevdiğim işimden ayrı bırakılmam hüzündü.

Geçtim, tek kişilik koltuğa oturdum ve yol akıp giderken özlemle ayrıntılara baktım.

10 sene yöneticilik yaptım Kadıköy sahilde devlete ait bir büroda. Geleni, gideni, insanları,renkleri severdim.Kapıdan her giren sorun anlatmaya gelirdi ,sorunlarını dinlemeyi ve çözmeyi severdim.Şimdi yine bir devlet Kurumunda yine Kadıköy'de yönetici olarak çalışıyorum. Şimdi neşenin, mutluluğun rengi başka.Heyecanı, keşfedilecek yeni sokakları var işimin.Şükür..hem de çok şükür. Yolumun önünde olanlarını yaşamadım ama güzel olacağını görebiliyorum..ardımda bıraktıklarım ise yetişkin hayatımda doyasıya yaşadığım çocukluğum gibi benim için. Bir ben anlarım, bir de içindeki çocukla barışık yaşayabilenler.


Simit alayım dedim. Kadıköy-Eminönü motorlarının olduğu iskele önündeki simitçiye gittim. Taş fırın simidi güzel olur onun. Sepette getirirdi korka korka satardı. "Bir simit" dedim parayı uzatarak. Başı hayli kalabalık  ama hala güler yüzlü. O da saçmalıklarına ve eksikliklerine aldırmadan yaptığı işi sevenlerdendi benim gibi. Simidi uzattı..yüzüme baktı. "Abla nerdesin sennnnnn" dedi. Gülümsedim, cevap veremedim. Paramı geri verdi hemen. Başımla teşekkürümü belirtip parayı camekanın üzerine bıraktım ve kabul edemem anlamında elimi kaldırdım. 

Eskiden bir çalışma arkadaşım vardı. Ben işten çıkartılıncaya kadar dost olan.Sabahları ona da simit alırdım işe giderken. Simidi ve sohbeti, sabah neşesini paylaşmayı severdik. Çocukları da beni çok sever "hala " derdi hatta. İşten çıkartıldıktan sonra bir kere olsun aramadı beni. Kızgın olmam lazım biliyorum ama özlemle onu düşündüm . Simitten parçalar kopartıp çay eşliğinde kahvaltımı yaparken o geldi aklıma. İkinci bebeğinin olacağını öğrenip bana neşeyle haber verdiği gün bir daha baba olacağına nasıl sevindiği gözlerinden belliydi. Yüksek makamdakileri taklit ettiğimde birlikte nasıl katıla güldüğümüzü. Büroya dalıp bana bas bas bağıran insanlara ciddiyetle ve sükunetle cevap verirken arada yalnız ikimizin anlayacağı saçmalıkları yerleştirdiğim cümlelere gülmemek için kasıldığını ve sonradan eliyle "naaapıyosun sen" dercesine hareketler yapıp masaya kapandığını..Kızmam lazım ona biliyorum ama kızgın değilim.Kırgın da değilim. 



Simit yarım kaldı dostluklar gibi.
Bitiremedim.

14 Kasım 2014 Cuma

Gü'ye...





Köpeklerden çok korkardı

Polisleri hiç sevmezdi

Kader onu polis olmaya zorladı..

Yetmedi,

Gitti, köpeği olan bir polisle evlendi!


Gü yok ama gruptan diğer dostlar yanımda
Üniversitenin ilk yılı arkadaş edinmem kolay olmadı.Erkek traşı kesik saçlarım mıydı garip gelen her şeyi  kana kana yaşamak arzusunun coşkusu muydu insanları ürküten bilmiyorum.Lakin  bir Eylül sabahı kantine girip gözüme kestirdiğim grubun masasına oturdum ve "hey merhaba..ben geldim" dedim bir lütfu bahşedercesine. Uzak yıllardan kendimi izlediğimde Tipitip'ten sonra en tip çizgi film karakteri benmişim gibi geliyor.O gruptakiler bana baktı, birbirlerine baktı ve"yürüyüşe çıkalım en iyisi biz" dediler.Beni masada tek bırakıp hep birlikte yola koyulmuşlardı ki arkadaş olacağım azmi ile beynini delmiş biri  olaraktan ben gurur edep haya gibi tüm verileri beynimde sıfırlayıp peşlerinden koşturdum "oluurrr ben de sıkıldımdı otur otur".



Beni kabullenmeleri epey zaman aldı doğallığıyla..ama binicisini sırtından atamayan atlar gibiydi ilişkimiz.Ben vazgeçmedim...onlar boyun eğdi.Önce komik geldim onlara,sonra sevdiler ve kabullendiler zamanla.Zira alışılagelmişin teki olmasam da kusursuz yeşillikteki İngiliz çayırlarında açıvermiş bir gelincik misali yanlış da olsa renklerim zararsız ve sevecendim.



O da o gruptaydı. Çok kiloluydu, yüzünde sivilceler vardı ve ben gülüşüne ölüyordum.Erkekleri , ona aşık olmadıkları için anlamak imkansızdı.Gözlerinin, gözlerinizin içine bakarken sıcacık olan kahverengilerini nasıl görmezlerdi ? Şaşırdığı zaman kahkahayı basmadan evvel yanağının kenarında beliriveren o haylaz gamzeler "burada gülüşü eşsiz bir kız var" diye bağrınan işaret tabelası gibiydi.Temiz ve düzgün giyinirdi.Derslere en düzenli giren oydu içimizde.Uyumluydu, tahammül edemeyeceği salaklıkta espriler yaptığımda şefkatle gözlerini devirir ve gamzelerini ortaya koyan bir gülüşle bana bakardı. Bir sürü şeyin yerine koyduk birbirimizi;dosttuk,kardeştik,sırdaştık.Söylenmemiş kelimelerin anlaşılması ile derinleşirdi paylaşımlarımız. Yurt ortamında bile ne yapar ne eder , bize fırınlara yalvara yalvara pişirttiğimiz tepsilerde börekler yapardı. Biz doymadan o yemez, o yemeden biz doymazdık.


Derken mezun olduk..ayrıldı yollarımız.Babası bir kazada vefat edince aile dostları araya girip apar topar emniyete aldılar Gü'yü.Ailenin en büyük çocuğu olarak aldığı sorumluluklar, bizler "ne yapacağız" derken onu "ne yaptım" demeye itti elbette.Torpilsiz gençler ordusunun sağlam neferleri idik, savrulurken elele tutuşmaları bırakmamaya birbirimizden kopmamaya çalışıyorduk. Ben, Hacıanne'mlerde kalmaya başladığımda o yersiz yurtsuz kalınca gönül sarayları kaçak yapılan saraylardan bile geniş olan Hacıannem'ler onu da bağırlarına basmış ve misafir etmişlerdi. Tayini Trabzon'a çıkınca ise annem ve babam kardeşi ile birlikte Gü'ye kucak açtı.

Yanlış aşklara açtığı yelkenlisini idare edecek kaptanlardan değildi o. İlk defa başkasını düşünmeden kendisi için çıktığı bu seferde gemisi ağır darbeler aldı gerçektende. O buhranda gitti, apar topar evlendi kıskançlık abidesi ve köpeği olan o polisle.Yangından mal kaçırır gibi aldı götürdü Gü'yü uzaklara.Bir daha da haber alamadık kendisinden.

Bir gün, aradan yıllar geçmiş ve ben evli iki çocuklu  ve eskiye kıyasla kesinlikle ağırbaşlı bir hanım olmuşken takvimdeki o sayfa beni dürttü.Gü'nün doğumgünüydü. Tüm kızgınlıklarımıi kırgınlıklarımı,umup bulamadıklarımı  bir seferde silkip attım sepetimden.Özlem, o kadar yakıcı bir haldeydi ki yetişkinlere ait değerlendirmeler sağ kulağımdan girip sol kulağımdan çıkıyordu. Bir dostuma rica ettim, Gü'nün izini buldu bana.Ne yaptım ne ettim bulunduğu yerin telefonunu da buluverdim.Onca sene sonra sesini duyacak olmanın sevinci ile açtım telefonu.

Önce şaşırdı.Her zamanki sakin üslubu ile kim olduğumu sordu."Benim" dedim "Bak. Onca sene neden aramadın sormadın sormayacağım sana.O kadar özledim ki seni, sadece doğumgününü kutlamak ve özlemlerime sus deme istiyorum.Soru yok cevap da yok"

İki çocuğu olmuş onun da.Eşi bilmem ne müdürü olmuş.Konuşması sakınımlı, içten coşkulardan çok uzaktı.

Günler sonra beni aradı sesinde anlamlandırmaya uğraştığım ama bir türlü isimlendiremediğim bir neşeyle.Kardeşine iş bulup bulamayacağımı sordu aslında onun da beni ne çok özlediğini anlatırken laf arasında.... Neredeyse dışarıdan duyulabilecek bir sesle kırıldı kalbim.Son sigarasını paylaşan iki dosta ait gülüşlerimi, gün ışığına çıkartıp örselemediğim gönül seslenişimi bir yana koydum; iş yerinde kullandığım ses tonlaması ve vurgu ile "CV'nizi yollayın bakalım.Hayırlısı olsun" dedim.

Dostluğa inancım böylece sona erdi....derdim ama yok canım.Şahane dostlarım var benim.Şahane bir dostum ben.Bir elmadan kurt çıktı diye kim vaz geçer elma yemekten, biri gönül kırdı diye  mahrum mu bırakı kişi kendini sevmekten?


Bir şey öğrendim elbette.Bitmesi gerekeni bitiriyor hayat.Çok da zorlamamak lazım.Her meyvayı mevsiminde, her insanı ait olduğu zaman diliminde hayatına dahil etmeli belki de.Biten bitmiştir,hayatın altı üstünden bazen daha iyidir filan.

Hayatıma dahil olmayı lütfeden tüm dostlarıma kucak dolusu sevgilerimle..


11 Ekim 2013 Cuma

Tek Kanatlı Melekler

Merhaba,

Cuma günleri geçmiş günlere ait anılar,unutulmuş ayrıntılar daha çok gelir aklıma nedense. Cuma'ları nostalji günü yapmaya karar verdim. Okunmuş bir kitaptan alıntı, yıllar önce ezberlenen bir şiir yıllar sonra unutulmuş bir insan...

Matematiği oldubitti sevmezdim, belki anlamadığımdan belki klasik "hoca sevdiremedi" masalından.Sebep sonucu değiştirmiyor ; matematik beni sıkan bir dersti. Lisede  yanımda Aynur isminde sarışın,mavi gözlü tipik Karadeniz tiplemesinde bir kız otururdu. Aynur kendisi ile barışık, dudaklarında eksilmeyen bir tebessümü ile genelde herkesin sevgisini kazanmış üstelik okul derecesine oynayacak kadar da başarılı zeki bir kızdı. Bir gün matematik sınavında herkes haldır haldır cevapları yazarken ,benim ellerimin sıranın altında çaresiz bir halde kağıda baktığımı fark etti. Bir an düşündü, göz ucuyla hocaya baktı ve bana bir şey sormadan pat diye kağıtlarımızı değiştirdi. Benim 5 ya da 6 yani geçer not almamı sağlayacak kadar cevapları yazdı sonra yine hocayı kollayıp kağıtları değiştirdi ve kendi sorularına devam etti. Aynur artık matematikten 10 alamıyordu ama notu 9'dan aşağı da düşmüyordu. O sene, sessiz sedasız yapılmış bu anlaşma ile matematikten geçtim. Aynur bu yaptığı iyiliği hiç dillendirmedi, ikimizden başka hiç kimse fedakar ve sımsıcak dostluk içeren sınav sonuçlarını bilmedi.


Lise bittiğinde Aynur okul birincisi oldu ve tıp fakültesini kazandı. Ben oldukça yüksek bir derece ile iletişim fakültesini kazanıp İstanbul'a geldim. Ne yazık ki Aynur'un izini kaybettim ve bir daha onu hiç göremedim...ama bu , aradan geçen yaklaşık 30 senede dualarımda onun yer almasına ve gönül dünyamda daima sevgiyle anılmasına engel olmadı .

İyilik yap denize at derler ya, iyiliği de bilene yapmak lazım belki :-)

O zamanlar lüzumlu lüzumsuz her bilgiyi veriyorlar ve sizi bundan mesul tutuyorlar diye kızardık ama bugünkü eğitime baktığımızda geçmişin kusurlarını bile mumla arar hale geldik. Eğitim, "dene olmadı baştan dene " stilinin uygulanacağı alan değil lakin eğitimcilerin bile bu konuda dinlenmediği yerde biz velilerin sözüne kim bakar?


17.10.1990 tarihinde Leo Buscaglia'nın  "Birbirimizi Sevebilmek" kitabından bir alıntıyı Aynur'a da ithaf ederek veda edeyim bugün..


"her birimiz tek kanadı olan birer meleğiz ve ancak birbirimizi kucakladığımız takdirde uçabiliriz"