Harem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Harem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Şubat 2017 Salı

BÜYÜ



Gerçek tüm öykülerdeki gibi isimleri değiştiriyorum:

Ağlamaktan gözleri küçülmüş, yüzü sırılsıklamdı.

Harem'e bakan bir tepede çay içiyor ve mainin tonlarının birbirine karıştığı o nefis manzarayı görmüyorduk bile. Dostumu çok seviyor olsam da  saatlerdir bitmeyen yinelemelerinden ve mantığa sığdıramadığım ilişkilendirmelerinden bayılmak üzereydim.Yine de yılların hatırı vardı, sessizce çayımı yudumlayıp dinlemeye devam ettim.

-Sana bişi diyeceğim..dedi en sonunda.

Dalgın dalgın ufka bakmayı sürdürerek "yes?" dedim.

-Ertan'a büyü yapıldı. Bunun başka açıklaması yok bak sabah beri anlatıyorum sana adama bi hal oldu.

Bitse de gitsek modundaydım.

-Büyü..tabii..dedim.

-Ben bir hoca buldum,  methede methede bitiremiyorlar. Herkesin derdine deva olmuş, bir giden kapısından ayrılamıyormuş.

Kınamaktan çok uzak baktım gözlerine. Çaresiz ve mutsuzdu biliyordum.

-Eeee?

Biraz sıkılarak başını eğdi:

-Ona gideceğim ama korkuyorum tek gitmeye. Bizim çevrede yok böyle şeyler biliyorsun. Senden başkasına da açamam durumu.

Başıma geleceği anlamış efkarlı efkarlı çaya bakıyordum.

-Sen de benimle gelirsen gidebilirim.

Suskunluk pırıl pırıl yaz havasında neşeyle ötüşen kuşların, sarı sıcak güneşin verdikleri ile uyumsuz-tatsızdı.

Hala ıslak yanaklarına ve bir zamanlar ışık saçan gözlerindeki umutsuzluğa baktım.

Arkadaşım da olsa giderdim. Kaldı ki  dostumdu.

-Peki..dedim.

Meğer çoktan randevular alınmış, öyle tereddütsüzmüş benim rıza göstereceğimden. İçten içe memnun oldum bana bu kadar güvenmesine. O da beni kırmaz hiç bir şey için bilirim. Hayatta yalnız bırakmayacak dostlar edinmişim diye düşündüm. İçim sıkkındı, kendime moral vermeye de çalışıyordum bir yandan.

Üsküdar'da, dar merdivenleri olan, cephesi mezarlığa bakan aralardan birinde bir eve çıktık. Kuntakinte duruşumu almış, ödümün patladığını  belli etmemeye çalışıyordum. Evden içeri girerken bir çok beklentim ve bunlara  paralel savunma stratejilerim vardı. Ama asla gördüklerime hazır değildim.

Ev, az eşyası olan kutu gibi  bir yerdi. Az evvel çamaşır asılmış, kokusu  hafiften ortama dağılmıştı. Sağda solda ilkokul öğrencisinin ödevini yaparken ortada unuttuğu kitaplar, çerçeveli aile fotoğrafları vardı. Hani alt komşuya çaya inmiş gibiydik. Kesinlikle herhangi bir aile eviydi.



Müzeyyen Hoca sakız gibi bir başörtü ile çıktı içerki odadan. Son derece güler yüzlü idi. Benim kuntakinte halimi görmezden geldi, nezaketle elimi sıktı. Direkt konuya girildi ve dostum Ertan'nın nasıl da büyülü olduğunu, evliliğinin bitmek üzere olduğunu, mutsuzluktan ölmek üzere olduğunu,kavgaların ardının arkasının kesilmediğini bütün sabah dinlediğim ne varsa hepsini ama hepsini yine ağlama krizleri eşliğinde Müzeyyen Hoca'ya anlattı. O da dostumu  sağlam bir psikolog edası ile sözünü kesmeden, arada hım hım'layarak ve zaman zaman omuzlarını sıvayıp teselli ederek -anladığını  belli ederek dinledi.

Anlatım bitince içeriden Kur'an-ı Kerim aldı geldi. İçinden dualar okudu. Kimisinin türkçesini bize açıkladı. Arada çocukları geldi "anne biz çıkıyoruz okula" dediler, onları öptü yolcu etti . Bize hiç bir şey ikram etmemesini de mahcup bir gülümseme ile "sonra içinde bir şey var sanıyorlar, buraya gelenler biraz farklı" diyerek özetledi.İlk defa sempati ile baktım yüzüne. Kadıncağız neler yaşamış olmalı diye düşündüm.

Birbuçuk saat orada kalmışız. Dostum "bana vereceğiniz bir şey yok mu" dedi sadece dua ile yollanmanın hayal kırıklığı içinde. Müzeyyen Hoca "ben Allah'a inanırım, sen de inan. Dua ettik, niyaz ettik derdini açtık. Sen de söylesen duyan o, ben de söylesem duyan o.Ötesinde kimden ne bekleyebilirsin ki" dedi. 

Dost sıkıntıyla başını eğdi. Mantıken hal verse de mantıkla yatışamayacak kadar ayaktaydı duyguları,umutsuzluğu.

"Bak" dedi Müzeyyen Hoca "seni bir hafta sonra yine bekliyorum. Sevgi ve sabır bildiğin tüm büyülerden üstündür. Kocan sana her bağırdığında -seni seviyorum- de. Kocan sana her kızdığında sabret sus. Her akşam  yatarken ve her sabah kalktığında ona sevgini hatırlat. Yeni evlisiniz ve aklınız karışmış; birbirinizi sevdiğinizi ben görüyorum siz görmüyorsunuz. Bu dediklerimi yap, bu da senin büyün olsun." Dost umutla baktı yüzüne, halâ bir şeyler bekler gibiydi. "Ben uzaktan okuyacağım, kontrol edeceğim ama dediklerimi eksiksiz yapmalısın" diye sırtını sıvazladı,eline de bir muska tutuşturdu  Müzeyyen Hoca.

Çıktığımızda her cümlenin her kelimenin üzerinden heyecanla geçtik. Ben beklediğimden çok farklı bir sabahın şaşkınlığı, o ise yeni büyünün heyecanı ile dopdoluyduk. Bir hafta sonra orada buluşmak sözüyle ayrıldık.

Müzeyyen Hoca yine sakız gibi bembeyaz bir baş örtüsü ile açtı kapıyı.  Camları siliyormuş, bitmek üzereymiş;  iki dakika beklememizi rica etti.

Dostun yüzü gülüyordu. Hafta ortası Müzeyyen Hoca onu arayıp "diklenme demedim mi ben sana" diye uyardığında kavga etmek üzereymiş. "Az kaldı her şeyi bozuyordum" diyordu neşeyle. Gözlerini Müzeyyen Hoca'dan alamıyor, ağzının içine bakıyordu. Ben ise kunta'yı indirdiysem bile kinte'yi muhafaza ediyordum. Öylesine tepkiliydim ki bu tür şeylere aslında, gardımı indirmem mümkün değildi.

Bu kez çay ikram edildi.

Her şey  yoluna girivermişti bir haftada. Ertan sakinleşmiş, fırtınalar, tayfunlar yerini sert rüzgarlara bırakmıştı. Bu yolda devam edilirse tatlı meltemlerin okşadığı  akşamlar yakındı, bunu hepimiz görebiliyorduk.

Müzeyyen Hoca bir kez daha "unutma,  sevginin sabrın büyüsü her şeyden üstün. Dileyeceğini Allah'tan dile, kişileri sokma bir daha araya" dedi. Sonra muskayı geri aldı, içini açtı. Sadece "bismillahirrahmanirrahim" yazıyordu. Bakakaldık yüzüne. Gülümsedi. "Daha büyük bir cümle bilmiyorum, evrenin yaradılış sırrıdır bu..size mi derman olmayacaktı" dedi.

Saygıyla başımı eğdim.

Bir kaç ay sonra oradan geçerken baktım camları boş. Dosta sordum, taşınmış gitmiş ama kimse bilmiyormuş nereye gittiğini.

Çay ikram ederken tereddüt etmeyeceği insanların arasına gitmiştir belki de...

Bunca kara,kötü,sapkın,iğrenç,aşağılık,menfaatçi insanın arasında sakız kadar beyaz kalabilmişler de var..unutmamak lazım.

11 Eylül 2014 Perşembe

Benimle Yürür Müsünüz?

Annemler 87'den beri İstanbul'da olmama rağmen alışamadığım tatlara mecbur kalmayayım diye düzenli olarak tereyağ ve ekmek yollarlar bana. Gönderiyi almak için evden Harem'e yürürüm hep. Bu yürüyüş, herkesin içinden geçtiği ama  saygıyla karışık bir özlem hissettiğim bana özel ayrıntıları içerir. Bu kez, oralardan geçerken sizin için fotoğrafladım beni mutlu eden bu ayrıntıları.







Güneşin ,Selimiye'deki temiz kaldırımlara vurmasın severim her zaman. Çıplak ayakla yürüme isteği uyandırır içimde ama yapmadım hiç bugüne kadar.



İşte orada duruyor arkadaşım..ne çok özlemişim onu. Selimiye Camii bahçesindeki asırlık çınarlardan onu seçmiştim yıllar önce. Her yaprağını her dalını sevdiğim,  yapraklarının hışırtısına dallarındaki rüzgarın sesine sevdalandığım, suskun sohbetlerimin ortağı,derdimi anlattığım derdini dinlediğim dostum o benim. İzlemeye doyamadım senelerdir. Bu seferki kavuşma da gözlerimi doldurdu sevinçten.Ona bir isim koymayı denemedim...takma isim yakışmayacak kadar kişilikli bir arkadaş o. Aynı bahçede çocuklarımla tanıştırdığım ve onların da dost edindiği başka asırlık çınarlar var.





Eskiler dökülen yaprak kadar insan ölür derler sonbahar için..İşte geldi sonbahar benzersiz güzelliği ile.Yerdeki yapraklara hayran bakmamak mümkün mü?


Özlemle dokundum koca gövdesine.Avuçlarım bir süre dayalı kaldı .Sakinleştim,huzur buldum.Kulaklığımda Vivaldi'nin Winter'ı, çevremdekilere aldırmadan görüşmeyeli ne var ne yok anlatmaya koyuldum.


Gitmem lazım ama çevresinde dolaştıkça her ayrıntı beni onunla orada kalmaya zorlayacak kadar güzel. Her adımda seni yeniden keşfetmek ne güzel arkadaşım diye fısıldıyorum.Rüzgarı şefkatle dolaşıyor saçlarımın arasında.


Hey koca çınar,asırlık yapılar. Mermer eşik bile eğilmiş yüzlerce yıldır adımların yükünden. Müthiş bir şey o eşikten yüzlerce yıldır adım atanlardan biri olmak.Her geçişimde sevecen izlerim mermer eşiğin kavisinin anlattıklarını.


Gitmeden önce son bir kez dönüp bakıyorum ağacıma. Camii'nin  sizi olduğu gibi kabul eden sessiz huzuruna açılan kapısı (ben insanlarla muhatap olmayıp onları görmezden geldiğim için öyle algılıyorum aslında) siz nasıl görmek isterseniz öyle. Yarısı açık , beni çağırıyor da diyebilirsiniz yarısı kapalı beni istemiyor da diyebilirsiniz.


Çıkışta davetkâr iki yokuş var. Kışın extra eğlenceli bir hal alan bu yokuşlardan ilki Harem yönüne,Selimiye Kışla'sının duvarlarına doğru.


İkinci yokuş ise Çiçekçi tarafına devam edelim mi diye soruyor.Çarşamba günleri bu sokakta pazar kuruluyor.


Harem tarafındaki yokuştan indiğiniz zaman yolun devamında böyle, yolu oradan geçmedikçe kimsenin keşfetmeyeceği minik şirin yapılar ve yollar var. Kendimi özel hissediyorum orayı bilip yolda yürüdüğüm için.Bana ait bir güzergah bu, kendim keşfettim.Kulaklığımda artık Setkaliye var.


Boğazda bir yalı değil elbette ama eminim o balkonundan sarmaşık fışkırmış evin sahibi eviyle gurur duyuyor ve evini çok seviyordur. Neşeli bir ev diye düşündüm, çok hoşuma gitti.


Yol üzerinde gördüğüm bu sokak tabelası karşısında bastım kahkahayı. Hava bükücü Aang ile Su bükücü Katara burada mı oturuyor acaba ? En kısa zamanda çocuklarımla bir yürüyüş düzenleyip şımarık balkonu ve bu tabelayı göstermeliyim.


İşte yine mesajını gönül kapısının açıklığına bırakmış bir camii kapısı. Üsküdar'ın her köşesi tarih. Bu camii kaç yılllık diye baktım..1826!


188 yıllık camiinin önünden saygıyla başımı eğip geçtim.Eşya insandan uzun ömürlü..kimler geçti kapısından kim bilir?Kimi derdine kimi şükrüne şahit etmiştir o kapıdan geçişleri.Zaman...


Şimdilerde Üsküdar'ın her yerinde bu reklam vb leri var. Reklamlar o toplumun gerçek seviyesini ama bunun yanında bir de sömürülen değerini gösterir derdi İletişim Fakültesindeki prof hocam. Misal:bulaşık reklamlarında kadın oynadığı sürece kadın erkek eşit bir toplumda yaşadığınızı sanmayın. Ve bilin ki sömürülen değer kadındır.Bu değerlendirme ışığında bu reklamlara bir kez daha hoşnutsuz bakıyorum.


İşte Harem'e geldim, mis kokulu tereyağını,babamın eli değmiş ekmeğini,annemin bize yaptığı reçelleri aldım. Artık eve dönme zamanı.